Bir güzel dost
15 Eylül Cumartesi günü ev sahipliğini Siyer Vakfı’nın yaptığı, ’Eyüp Buluşmalarına’ katılan saygı değer hocalarımızla birlikte, ‘Şahitlerin Şehadeti ile Abdülmetin Balkanlıoğlu’ hocamızı anma programına katıldık…
Andık, anlattık, anlamaya çalıştık…
Abdülmetin Hoca ismi ile müsemma bir Müslümandır…
Gerçekten metindi, mertti… Delikanlıydı, dava delisiydi…
Sempatikti, empatikti, atikti…
Dinlemesi de, dinletmesi de güzeldi… Duruşu daha da güzeldi…
Yakın dostum, dava arkadaşım Abdülmetin Hocada gördüğüm en bariz özellik nedir, sorusuna şöyle cevap verebilirim…
Zor zamanlarda nasıl hoca olunur?
Modern zamanların yozlaştırıcı etkilerine karşı ilmin asaleti nasıl korunur? Ondan öğrendik…
Kitlelere ne anlattığından ziyade, duruşu ile biz hocalara neler öğrettiği daha önemli…
Onun öğütlerinden önce örneklerini önemsiyorum …
Kaht-ı rical günlerinde adam gibi adamdı… Kimsenin değil, Allah adamıydı…
Âlimlerin acziyet ve ataletini aksiyon ve adanmışlığı ile silkeliyordu…
Yalındı, yalnızdı ama asla onda yalakalık, yağcılık, yamukluk yoktu… Yaranmak için değil yaraları sarmak için vardı…
Resmi ideolojinin ‘kaba softa ham yobaz’ tiplemesini, algı operasyonunu ters yüz edecek entelektüel bir donanımı vardı…
İslam’ın nezih yüzünü terörize ve karikatürize edecek tüm operasyonlara karşı yiğitçe direniyordu…
Sarığa, cübbeye, sakala karşı oluşan ön yargıyı yıktı…
Vaaz kürsüsü ile hedef kitle arasındaki mesafeleri, duvarları çoktan aşmıştı…Gönül köprülerini kurmuş mahrum yüreklere ulaşmıştı…
Yeni bir davet dili denildiğinde ilk akla gelen oydu…
Müdrik ve müşfik bir mürşiddi…
Beden dilini onda gördük, çünkü dava onun benliğine işlemişti… İliklerine kadar iman ve irşad yüklüydü…
Hani Efendimiz (sav) ’’Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan hayırlı Müslümanlar’’ dan bahsediyor ya… Tam da buna denk düşüyor Abdülmetin Hoca…
Varlıkları Allah’a çağrışım yapan kullar… Duruşları Allah’a işaret eden Salihler… Bir çekim gücü, bir cazibe merkezidir onlar… Gittikleri ortamlar bereketlenir, hareketlenir… Bir huzur iklimini beraberin de taşırlar… Bir dinleyen bir daha dinlemek ister… Her halde Allah’ın boyası ile boyanmak bu olsa gerek, diyorum…
Cenaze namazındaki mahşeri kitleyi görünce şunu ifade ettim…
Allah bir kulunu sevdirince işte böyle sevdirir…
Sufi, selefi, şii, sünni, radikal, entel, âlim, aydın, akademisyen; kendisi kalarak her Müslümanla barışık olmak ona has bir mazhariyettir, diye düşünüyorum…
O, cemaat, tarikat, örgüt, parti, mezhep, meşrep kalıplarına sığmayacak bir yürek ve ufuk taşıyordu…
Gerçekten harbi, kalbi hasbi, fıtri bir mümindi…
Bir yabancı ona bir adres sorsa, bunu bir fırsata çevirir…Önce mesajını verir sonra yardımcı olurdu…
Özellikle cenneti, cehennemi ondan dinlemek isterdim… Yakinî bir imanla anlatırdı…. Onu dinlerken sanki cennetti, cehennemi görüyor gibi olurdunuz…
Evet imanın zirvesi ikan…
Hülasa, yenilerin deyimi ile o bir fenomendi… Farklıydı…
Akademik çalışmalarda onun duruş ve davetinin tez konusu olacağını düşünüyorum…
Hitabet ve davet de yeni bir çığır açtı… Artık referans Çiçeron değil, Balkanlıoğlu neden olmasın?
Ve beni en çok etkileyen; ölümü ayakta karşılaması… Bir eylem üzere iken ölüm meleği ile randevusunun gerçekleşmesi…
Yatakta değil ayakta ölüm… O, ölümle de barışıktı…
Ruhu şad olsun… Makamı Firdevs olsun…