Bir gün ölünce…
Her türlü imkânı elde eden insanın nihayetinde neye ihtiyaç duyacağı tecrübelerle sabittir. İnsanın tabiatı gereği insandan uzak olması düşünülemez. İnsanı ancak insan dinler, anlar.
İnsanın biyolojik yapısından daha çok onun duygularla örülü dünyasının dilini anlamak gerekir. İnsanca bir dile erişmeden de insanın mutluluğa erişmesi zordur. İnsandan insana açılan yolların sürekli açık kalması gerekir ki sağlam, samimi bir sevgi dili meydana gelsin.
Üzdüğümüz, üzüldüğümüz; sevdiğimiz, sevildiğimiz nice anlar vardır. Gülümsemenin verdiği mesajı sayfalarca yazsak anlatamayız. Bir selama eş değer ne vardır? Kalpten kalbe esenlik bildirmektir selam. Selamlaşmak da insana özgüdür.
Dostu, dostları olmalı insanın. Dostun dosta sözü merhemdir. Gerçek dostlar sevgi istasyonlarıdır. Onların kalplerinde mola vermeli. Dostlarla birlikte geçirilen vakitlerde fiziki birliktelikten daha çok manevî birliktelik vardır. Somut dünyanın ötesine açılan kapılar aralanır, hikmetlere ulaşılır, orada da ruhların buluşması vardır. Bedenin olduğu her yerde ruh yoktur, ruhun bedene eşlik etmesi için samimi ortamlar ve dostlar gerekir. Bir dost selamı, hem bedene hem de ruha seslenir.
Günümüzde canı sıkılan insan çoktur. Nedir bu can sıkıntısı? Öyle anlaşılıyor ki bedenin ruha dar gelmesi hâlidir. Daha geniş bir an ve mekân ister ruh. Mekânı aşmak lazım. Ruh ötelidir, buralı değildir. Dolayısıyla ruhun istediği muhabbettir çünkü yaratılışın temelinde muhabbet vardır. Her şey özüne dönecektir, bu sözün hükmünü düşündüğümüzde ruhun da özü muhabbettir. Muhabbet ise ancak samimi dostların kalbinden sâdır eder.
Eşyaların esiri olan insan, ruhunu hapsetmek istiyor. Evet, çağımız biraz da eşyalarla doldu, işimizi kolaylaştıran, bize konfor sunan eşyalar. İnsan, çağın tüm lüks eşyalarıyla, evleriyle, arabalarıyla yaşasa bile bir zaman gelecek bu lüksün ona yük olduğunu anlayacak. Hangi araba sahibinin derdini dinler, hangi eşya sahibine gülümser, hangi koltuk sahibi üzüldüğünde onu teselli eder? Ömrümüzün sonunda gerçeği anlayacağız ama iş işten geçmiş olacak.
Bahçedeyim, bizim ufaklığı oynatıyorum. Sürekli peşindeyim. Bahçeye bir dede geldi, oldukça yaşlı. Gölgelikteki banklardan birine oturdu. Bastonuna tutunarak yürüyebiliyordu. Bana seslendi. “Gel yahu biraz konuşalım, konuşmaya bile kimse yok” dedi. Ömrünü köyde geçirmiş, yaşlanınca oğlunun yanına gelmiş, yaşı 87 imiş. Maskeden de sıkılmış tabii. Biraz hâl hatır derken konuştuk, rahatladı, şaka da yaptım. Mutlu oldu. Şimdi bu dedeyi köşklere koysak ne yazar! İnsanın insana ihtiyacı var, konuşmaya ihtiyacı var. İnsan konuştukça, derdini döktükçe rahatlar, ruhu da bu rahatlıkla daha geniş boyutlara açılır. Arabasıyla konuşan, lüks eşyalarıyla dertleşen insan! Evet, böyle insanların da sonunda ihtiyaç duyacağı varlık yine insan olacaktır.
Dostlarımızı arayıp hâl hatır soralım. Bedenimiz uzaklara gidemeyebilir ama ruhumuz için durum farklı. Sevginizi hissettirdiğiniz her yerde ruhunuz da vardır. Selamınızla birlikte ruhunuz da dostlarınızın kapısını çalacaktır, hatta kalbine girecektir.
“Son günüm olmasın, dostum, çelengim top arabam/Beni alıp götürsün, tam dört inanmış adam.” diyordu merhum Necip Fazıl Kısakürek. Evet, inanmış, samimi ve sağlam dostlara olan ihtiyacımız artıyor.
Dostlarımızın değerini anlamak için ölümlerini beklemeyelim. “Bir gün ölünce biz de değerli oluruz” sözünün doğruluğunu, kaybettiğimiz dostlarla görüyoruz. İyi niyetlerimizi, takdir ve taltiflerimizi esirgediğimiz, cimrilik gösterdiğimiz nice dostumuz vardır. Bir türkümüzde, “Dost elinden zehir olsa bal olur/Zehrine balına kurban olayım” deniliyordu.
İnsan olmak en büyük şerefse bu şerefi ölünceye değin taşımalıyız. İnsanın ihtiyacı yine insandır. Yaratıcı’nın temsilcisidir insan, onu yaşatalım ki insanlık yaşasın! “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” demişti Edebali ve o devlet asırlarca yaşadı. Derviş Yunus ne güzel demişti: “Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Dünya kimseye kalmaz”
Bir gün ölünce değil, sevince değerli olur insan. Vesselam!