Bir Gönül Dostunu, Mahmut Aslan’ı Uğurladık
Bir dost edinmeli insan, dünya sürgününde kendini yalnız hissetmeyeceği. Dünyaya gelişinizi hatırlatan, sizi diri tutan ve hayata bağlayan bir dost. Yüzünden tebessüm, dilinden dua eksik olmayan bir dost… Hâlinizle hâllenen, derdinizle dertlenen; sükûtuyla konuşan, aklıselîm ve emîn bir dost… Niçin geldiğini, nereye gideceğini bilen; istikâmetini şaşırmayan mümin ve muvahhit bir gönül dostumuzdu Mahmut Hoca. Şimdi ondan ayrılmanın hüznü var yüreğimizde. Demek ki bu kadar kısaymış, bu kadar hızlı geçiyormuş, bu kadarmış ömür, bu kadar… Bu kadar güzel bir insanla yirmi yıl olmuş dost olalı. Bileli böyle güzel bir insanı incinmeden geçti yıllar. İncitsek de başını eğip sessizlik içinde sabır denizlerine açılan engin gönüllü bir dost ile tanış olalı yirmi olmuş.
İlk durağımız Yeşilyurt Lisesi idi. 1999 yılı, soğuk yıllar, 28 Şubat’ın insanları yalnızlaştıran ve sindiren siyasî ve bürokratik baskıları. Gençtik, çekingendik, sessizdik belki ama içimizde büyüyen idealimiz vardı. Sabırla geçiyorduk en dar geçitlerden, takipler, raporlar, okuduğumuz gazetelerin soruşturulması… Mahmut Hoca, sâkindi ve duruşuyla konuşmalarıyla güvenilir bir dost olduğunu gösteriyordu. Benden yaşça büyüktü ama dostça yaklaşımı ve fikrime itimâdı aradaki yaşı kaldırıyordu. Bu yakınlık zamanla daha da ilerledi. Okuldaki mesai arkadaşlığımız ve okul dışındaki dostluğumuz birbirimizi daha çok tanımamızı sağladı. Çatışmacı değildi, her zorluk ve gerilimin karşısına mütebessim bir çehreyle çıkardı. Onun bu tavrına mukabil siz de durulur, sâkinleşir ve yumuşardınız. Dostluk resmî ortamlardan özel ortamlara taşınmıştı.
Merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun oluşturduğu samimî sohbet havasına benzerdi ortamımız. Mahmut Hoca, hepimizi bir araya toplamıştı, evi mekânımızdı. Tefsir okumalarıyla başladık. Evini, gönlünü açan bir dosttu. Cömertti, ikramı severdi, sofrasız kaldırmazdı. Küçük bir ilçede başlayan dostluk kervanı büyüyerek devam etti. Yakın dostu Mustafa Solmaz ile öylesine güzel beraberlikleri vardı ki herkes onları öz kardeş sanıyordu. Küçük de bir kırtasiye dükkânı işletmeye başlamışlardı. Kültür Kırtasiye, zamanla dostların uğrak yeri oldu, demlenen sadece çay değildi. Dostluk da burada demleniyordu. Hangi görüşten olursa olsun herkesin yolu bu mütevazı dükkâna düşerdi, burada kazanılan para değil, dostluk idi. Mahmut Hoca ile mesai çıkışında veya öğle arası dükkâna uğrardık.
Mahmut Hoca çalışkandı, zamanını boşa harcamazdı. Arı yetiştirirdi, mevsimin ilk balını aldığında bize tattırırdı. Bahçeli bir evde otururdu, arılar da bu bahçede idi. Sonraları başka yerlere taşıdığı da olmuştu. İlçe halkıyla da önceki çalıştığı köylerle de güçlü bağlar kurmuştu. Dost biriktirdiği belliydi, kim bilir, erken vedâ edeceğini hissediyordu demek ki. Erken gideceğini bilmese de vaktin her an dolacağını bilen imanlı bir kalbe sahipti. Namaz vakitlerini geçirmezdi, bizi de ikaz ederdi. Hele beni çok uyarırdı, vakit geçiyor, diye. Birkaç kişi olduğumuzda bize imam olurdu, kıraati düzgündü, imam hatip mezunuydu. Yatılı okumuş, şuurlu bir öğretmendi. Öğrencilerine bağırma, hakaret gibi olumsuz bir davranışını hatırlamıyorum. Güler yüzlü bir öğretmendi. Yardımseverdi. Bir arkadaşımız Sivas’ta hastahanede idi, birkaç arkadaş ile onu görmeye gidecektik ama araç sıkıntımız vardı. Mahmut Hoca yetişti, arabasını bize emanet vermişti. Böyle kaç defa onun arabasını kullanmışızdır. Nasihat vermiyordu, hâliyle gösteriyordu. Derdi olan bir dostumuz ona koşardı. Dinlerdi, mutedildi. Sığındığımız bir limandı.
İyi bir öğretmen, iyi bir baba, iyi bir dost, samimi bir Müslüman, bir gönül erini kaybettik. Dünya boşalıyor, yalnızlığımız artıyor. Aynı okuldaydık, müdürlük görevine geldi, ben de müdür yardımcısı oldum. Diğer arkadaşımız Şükrü idi. Tam bir üçlüydük, birdik, zamanımız hep okulda geçiyordu. Sonra okulumuz pansiyonlu oldu. Uzak ilçelerden ve köylerden yatılı öğrencilerimiz oldu. Mahmut Hoca ile kendimizden emîndik, iyi niyetle öyle badireleri atlattık ki hepsi hikmet doluydu. Yüzümüzün akıyla çıktık her zorluktan. Bekârdım, takılırdı evlenmem için. Aday gösterdiği de olmuştur. Aklımıza aile kurmamızı düşüren ilk dostlardan biridir. Küçük bir ilçede kendimize ne büyük bir dünya kurmuştuk. Samimî dostluk hâlesi yayılıyor, büyüyorduk.
Sonra ben Tokat merkeze atandım, arkadan Mahmut Hoca geldi. Yakın dostu Mustafa Hoca da merkeze gelmişti. Aynı dostluk burada da sürdü. Mahmut Hoca gelir gelmez yine toplanmaya başlamıştık. Dostların evleri birer okul olmuştu. Haftada bir buluşur, çay içerdik. Tabii biz bekârlar için güzel bir gün olurdu. Çay boş içilmezdi, yanında ikramlar olurdu. En çok da Mahmut Hoca ısrar ederdi, ikramsız olmaz, derdi. Ev arkadaşım Durmuş’la bizi, evinde çokça ağırlamıştır. Eşi Şengül Hanım da en güzel yemekleri yapardı. Çocukları Mustafa Enes, Esra ve küçük Zehra da bize alışmışlardı. Hele Zehra, yolumuzu beklerdi, onun sevdiği çikolataları almaya çalışırdım. Mahmut Hoca, en küçük çocuğu Zehra için, bu başka bir tatlı, derdi. Şefkatliydi, iyi bir eş ve baba idi. İşini de evini de ihmal etmeyen bir babaydı.
Dost grubumuz genişledi. Bilinçli bir Müslüman olarak toplumsal mesuliyetimiz de vardı. Evlerde süren birlikteliğimiz zorlaştı, sayımız arttı, bir yer kiralasak demeye başlamıştık. İlk karşı çıkan Mahmut Hoca idi. Evimizde ikramımız var, olmaz, dedi. Dostlarımızla aynı sofraya oturmanın nesi zor, ikram etmekten mahrum mu olalım, demişti. Sonrasında yakın dostu, dostumuz Mustafa Solmaz’ın önderliğinde Ensar Vakfı’nın Şubesi açıldı, Mahmut Hoca da yönetimde idi. Evde hazırlanan ikramları buraya taşıdık. Gençlere ulaşmak, onların barınmalarına yardımcı olmak gerekiyordu. Mahmut Hoca ile sokak sokak gezdiğimizi, gençler için ev aradığımızı hiç unutmam. Şimdi bunları anlatarak onun aziz ruhunu mahcup etmek istemem ama fedakârlığını da anlatmadan geçemiyorum.
Okulunda arkadaşlarının güvendiği yönetici, öğrencilerinin Mahmut babası, bizim aziz dostumuz, gönül adamı Mahmut Hoca, bu yaz amansız bir hastalığa yakalandı. Hastalığını duyar duymaz aradığımda sesine yansıyan tevekkül, imanının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Annem de ağır sancılar içindeydi, o da amansız bir hastalığın pençesindeydi. Eylül ayında annemi kaybettiğimizde taziye için aradı, gelemedim, dedi. Ağladı, ben de ağlamıştım. Ekim başlarıydı, Ankara’da hastahanede ziyaret ettiğimde hayat doluydu, hastalığı ilerlemişti. Uzun uzun sohbet ettik. Dertleştik ama hastalığından hiç şikâyetçi değildi, teslimiyeti vardı. Yanından çıktığımda ağladım, belliydi…
9 Aralık günü, dünya yükünden kurtulduğu haberini aldık. Tüm dostları, öğrencileri, bizler ona son görevimizi yapmak için Ali Paşa Camii’nde toplandık. İyi bilirdik, biz razı idik, Allah da razı olsun, dedi yüzlerce dostu. Sonra doğduğu topraklara, Koyulhisar’ın Kalebaşı köyüne götürdük, babasının evinin önünden geçti. Babası Ahmet amca evlat acısıyla yanıyordu. Uzun, beyaz sakallarıyla bir pirifâni karşımızdaydı. İlerlemiş yaşının verdiği yorgunlukla bedenine şimdi de bir evlat acısı yüklenmişti. Mahmut Hoca’yı seven herkes onu yalnız bırakmadı. Şimdi Kalebaşı köyünün yüksek yamaçlarında, serin rüzgârlar esiyor, dağlarında kar var, hava soğuk, dünya soğuk, eksiliyoruz, boşalıyor dünya, sığınağımız güzel dostlar önden gidiyor. Dünyadan mütebessim bir gönül eri, mümin ve muvahhit bir Müslüman geçti, biz de şahit olduk ya Rabbi, kabul eyle şahitliğimizi, makamını âlî, mekânını cennet eyle.