Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2955.76
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Nisan 2020

Bir gökyüzüne önsöz

Kitap okumak, film izlemek, müzik dinlemek için ayırdığımız vakit arttı. Şimdi evimizde kitapların davetine uyma zamanı. Ben de şiir kitapları ve şiir kuramı üzerinden bir okuma planıyla vaktimi değerlendirmeye çalışıyorum. Bu anlamda bugün bir şiir kitabından bahsetmek istiyorum: Mehmet Sümer’in “Bir Gökyüzüne Önsöz” isimli Hece’den çıkan şiir kitabı.

“Bir Gökyüzüne Önsöz” şair Hayriye Ünal’ın editörlüğünde hazırlanmış ve ilk baskısını Ocak 2020’de yapmış. Üç bölümden oluşuyor. I. Bölüm: Bitlis-Tatvan Arasında Bir Gökyüzü (10 şiir var); II. Bölüm: Suskunluğun Tarihi (8 şiir var); III. Bölüm: Eşya Dersleri (2 şiir var). Kitap 62 sayfadan oluşuyor. Kapakta bulut kütlelerinin üzerinde bir kuş resmi var. Engin ve sonsuz bir gökyüzü boşluğu dikkati çekiyor. Arka kapakta ise, “Bir Gökyüzüne Önsöz” şiirinin son 7 dizesine yer verilmiş.

Akademisyen olup da güncel edebiyat içinde edebî eserler ortaya koymak kolay bir iş değildir. Alanınız ile ilgili yapacağınız yorucu araştırmalar sizi lokal bir alana sıkıştırabilir. Ancak Sümer, bu alanı aşmış ve günümüz şiirinde yerini günden güne sağlamlaştıran bir çizgide ilerleyerek edebiyat dünyamızda ismini duyurmuş bir şairdir. Bir de bunun yanına yönetimini üstlendiği Şarkî dergisini de eklediğimizde hafızalarımızda silinmeyecek bir yer edindiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Gelelim “Bir Gökyüzüne Önsöz” isimli son şiir kitabına.

“Bir Gökyüzüne Önsöz” le yeni tanıştım. Kitaba dair düşüncem taze, şiirler gönül ferahlığı estiriyor. Gökyüzünün alabildiğine berraklaşan ve kendine çeken dinlendirici maviliğinde söylenmiş şiirler. I. Bölüm, Chon Sang-Beong’a ait şu sözlerle başlıyor: “Göğe döneceğim/Bu güzel dünyada gezintim bittiğinde,/Gidip, güzeldi diyeceğim.”

Ve ilk şiir: Bir Gökyüzüne Önsöz. Dört bölümden oluşan şiirde şair, gökyüzünü anlatarak başlıyor, lirik bir duyguyla betimlenen gökyüzü, tabiatın doğal döngüsü ve şairin kurguladığı dünya ile karşılaşıyorsunuz.

“buradan başlıyor bu oturduğum yerden/ sonsuz mavi bir gökyüzü/ bir uğur böceği elimden uçarak kayboldu dün sabah/ bunu görmedi hiç kimse/ çiçeğin yaprağından bir kelebek havalandı/ sonsuz mavi bir gök içinde/ başucumda annem sabaha kadar bekledi/ sabaha kadar allah’la konuştu elleri”

Sonsuz mavi bir gök, çiçekler, kelebekler, anne, Allah, bahar, kuşlar, gözler, yüzler, denizler, yağmur, sabah, bahçe, ay tutulması ve gökyüzünün başladığı yerin betimlenmesiyle karşımızda bir tablo var, bizi içine çeken bir manzarayı şiire dönüştüren bir şairlik. Bir ressamın fırçasıyla yaptığını, sözcüklerle yapan Sümer’in şiir dili, beni Abdülhak Hamit, C. Şahabettin ve A. Haşim çizgisiyle devam eden hayal-gerçek; doğa-insan ilişkisine götürdü. Bizde resim sanatı geç dönemde başladığından ve gelişimi yakın dönemlerde olduğundan şairlerimiz resim yerine, şiirle anlatmışlardır gördüklerini, göremediklerini, hayallerini, duygularını.

Mehmet Sümer’in şiirinde okurun zihnine sunulan gerçek dünyadan hayale uzanan bir yolculuk var. “Issız Acun” şiirinde de böyle bir yolculuk var. Aslında bunlar öyküsü olan şiirler, kurguyla başlayan ama dilini, sembollerini çözdükçe, sizi de içine alıp götüren bir iklime çağrı var. “Issız Acun” şiirinden şu bölüm bu yolculuğu anlatıyor: “ah ki bütün yolları koşarak giden bir at/ hiçbir yere varamadığını bilir/bitlis- tatvan arasında bir kuşun vurulduğu gökyüzü/ hep gri çığlıklarla kesilir/ dokunmadan uçar kuşlar gökyüzünün yarasına”

Her şairin sığındığı veya yeni anlamlar yüklediği, yeniden var ettiği kelimeler vardır. Sümer’de gökyüzü böyle bir kelime. Sümer’in şiirlerinde görsellik hâkim. Dilin göstergelerinden yararlanmayı çok iyi biliyor. Dilin şiirsel işlevinin yanında, kelimelerin gösterenleriyle resim yapıyor, gösterilenlerle güçlü çağrışımlar kurguluyor. Sonsuz mavi gökyüzü göstereniyle dinlendiren bir resim tablosu sunuyor.

Sümer’in şiirinde “at” önemli bir figürdür. Issız Acun şiirinde, “ah ki bütün yolları koşarak giden bir at” dizesi; Yorgun ve Beyaz şiirinde, “bir at çekiyor kederini dünyanın” dizesi; Gözün Taşınmasına Kesik Bir Ağıt şiirinde, “ter içinde iki at gibi nefes nefese mevsimi” dizesi; Wall Street’te Eski Bir Dünyalı şiirinde, “bir atın gövdesinden söz etmek istedi örneğin/kapkara toynakları yontulmuş gibi bir devenin iskeletinden” dizeleri; Şeylerin Düzensizliği şiirinde, “yerde yatan bir at mı öylece salonun orta yerinde / ve atın üzerinde karmakarışık sesler sesler sesler” dizelerinde “at” figürü karşımıza çıkıyor. Belki de uzak yolculukların güçlü biniti olduğundandır.

Suskunluğun Tarihi adıyla başlayan ikinci bölümde sosyal gerçeklerden ve dünyadan, Orta Doğu’dan, Afrika’dan manzaralar var. Bu bölümde de şairin vazgeçmediği kelime yine “gökyüzü” olarak karşımızda. Tüm şiirlere yansıyan gökyüzünün sonsuzluğu, maviliği bizi bekliyor. Yolculuklar, kuşlar, çiçekler, dağlar, yollar ve gökyüzü… Şiirin zihnimizde oluşturduğu resimde gökyüzü sürekli yinelenmiştir.

Kop Dağından Esen Rüzgâr şiirinde, “bir kamyon geçer inleterek bütün vadiyi/ askerler geçer sonra, işçiler, köylüler/ıssız tepelerden şehre girer yalnızlık” hayatın gerçekliği ile yüzleştirir ve Cahit Külebi’nin sesini anımsatır bize. Wall Street’te Eski Bir Dünyalı şiirinde ise, kapitalist dünya düzeninin acımasızlığını ve mazlumların sûretlerini birer birer gösterir ve şöyle seslenir: “wall street’te ikindi serinliğinde bir eski dünyalı/ çıkıp bir taşın üstüne seslenmek istedi/ taksi şoförlerine siyahilere hintli ve çinlilere/ yan yana dizilmiş güvenlik güçlerine patronlara baronlara/ seslenmek istedi evsiz barksız dolaşan insanlara/ yalnız ve yorgun ve karanlık kalabalığa”

Mehmet Sümer, “Bir Gökyüzüne Önsöz” kitabıyla, güçlü imgeleri, ilhamları ve iyi bir dili olduğunu yeterince gösteriyor. “Otuz Yaşıma Otuz Dize” şiiriyle, tıpkı Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş şiiri gibi hayalini, umudunu, çilesini, korkusunu, mutluluğunu, arayışlarını, sancılarını anlatır ve son bölümde şöyle seslenir: “ben bu şiiri yazdım otuz yaşımda/ne dante var aklımda ne cebimde kitab-ı mukaddes/ seslerden örülü bir çelenk asıldı/ harflerin yüküne yazgılı ince boynuma/ elim titrer bundan dokunurken bir yaprağa/ içimi yelken gibi doldurur uğultusu göğün/ budur öyküsü otuz yıllık ömrümün”

Söyleyeceklerimiz elbette bunlarla sınırlı değil ama bizimkisi de “Bir Gökyüzüne Önsöz” için bir ön söz mesabesindedir. Nihayetinde şairdir asıl sözü söyleyen, bu nedenle “Bir Gökyüzüne Önsöz” şu günlerde içimizi ferahlatacak ve bizi masmavi yolculuklara götürecek şiirle okunmayı bekliyor.