Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır
Bir fincan kahve, yanında da lâtilokum
olunca muhabbetin keyfi başkadır. İkram edilen kahve sadece damakta değil,
ruhta öyle bir etki bırakır ki, “Bir
fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”. Anadolu’da kahveyle olan bu bağ ve
kültür o kadar derindir ki, tâ antik uygarlıklara kadar uzanır. Bununla ilgili
araştırmalar gösteriyor ki, kahve kültürü Anadolu’nun medeniyetlere ev sahipliği
yapan topraklarından dünyaya yayılmış.
Kahvenin ana vatanı Etiyopya olsa da
tanınmasını ve dünyaya yayılmasını sağlayan Osmanlı Devleti’dir. 15. Yüzyılda
Yemen’den seyyahlar aracılığıyla önce Osmanlı’da saray, arkasından da halk
arasında yaygınlaşan Türk Kahvesi
kültürü günlük hayatın en önemli ikramlarından birisi olmuş. Bu topraklardan
Avrupa’ya yayılan kahve, içimiyle birlikte atasözlerine, şiirlere konu edilerek
hayatın her alanına zenginlik katmış.
16. yüzyılın Avrupa kaynakları
kahveden bahsederken “Türklerin içtiği
kara içecek/kara su” demeleri de kahvenin bizimle özdeşleştiğinin
kanıtıdır.
***
Hacca gidenlerin uhrevî duygularla
birlikte getirdikleri üç şey daha vardır; zemzem,
hurma ve kahve. Osmanlı döneminde binbir meşakkatle gidilen ve ifâ edilen bu
kutlu vazife sonrası zemzem ve hurmanın yanına ilave edilen kahve, kültürümüzün
çok önemli bir parçası olmuş. Öyle ki, “Bir
fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” atasözünün ne manaya geldiğini
varın siz tevîl edin.
Kahve içmek, ağzı tatlandırıp, mideyi
şenlendirmek değildir sadece; aynı zamanda bir kültürel ve sanatsal
seremonidir.
Bir zamanlar leziz yemeklerin üzerine
ikram edilen kahve, bakır cezvelerde mangal ateşinde pişirilip, kulpsuz
fincanlar için tasarlanmış zarif tombak zarflarla servis edilirdi. Kahve
ikramında kullanılan tombak, fincan zarfı, tepsi ve şekerlikler, kahve keyfini
görsel şölene dönüştürürdü.
Bu seremoni sadece saray, konak ve
evlerde yapılmaz, birçok küçük çarşı ve her çarşı içinde kahve hanelerde
değişik dillerin, kültürlerin harman olduğu mekanlarda da icra edilirdi.
Mesela kahve denince akla ilk gelen
yer Kapalıçarşı ve Hanlar Bölgesi olarak bilinen İstanbul’da ilk
kahvehanelerinin hayat bulduğu Tahtakale’dir.
*
Tahtakale Bölgesi, asırladır kahve
kavurucuların merkezi olmakla birlikte, Anadolu’dan İstanbul’a mitili atan
birçok kişiye de soluklanma ve ekmek parası kazanma imkânı sunmuş. Kahvenin
kavrulup ticaretinin yapıldığı bölgede, 1900’lü yılların başında kahvecilerin
yanı sıra kuruyemişçiler de küçük kavurma makinelerinde kahve kavururlarmış.
Hatta kavurup satışını yapmakla kalmayıp, bunlarla birlikte çantalarında
taşıdıkları öğütücülerle taze kahve öğütüp hemen bir Türk kahvesi demleyerek,
keyif yaparlarmış.
*
Eminönü, Tahmis Sokak Numara 66’da “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”ı
burun direklerine aşk eden Kuru Kahveci
Mehmet Efendi’nin ünü sınırları aşmış. 1871 yılından bu yana, kahve
üretimine bir sanat gibi yaklaşan Kurukahveci Mehmet Efendi; bu zanaatı
beraberindeki ustalık, bilgi, tecrübe ve inceliklerle babadan oğula, ustadan
çırağa aktarıyor. Türklerin dünyaya armağan ettiği Türk Kahvesini, gelecek
nesillerle de buluşturma bilincini taşıyan firma, kahve severlere her yudumda
aynı kalite ve keyfini ulaştırmaya devam ediyor.
Tahmis Sokak’taki Kuru Kahveci Mehmet
Efendi kahve denince tartışmasız dünya markası. Fakat Tahtakale sokaklarında
yetişip, kendi dükkânlarını açmalarına rağmen markalaşmakta gecikmiş bir çok
kahveci var. Bunlardan birisi de Malta
Çarşısı’nda 3 kuşaktır faaliyet gösteren Malta Kurukahvecisi.
***
Malta Çarşısı nerede mi?..
Tarif edelim efendim...
Fatih Camisi’nin Çörekçiler
Kapısı’ndan çıkar çıkmaz başlayan ve her türlü gıda ürününün sunulduğu Ali
Kuşçu Mahallesi’nde bulun Malta Çarşısı, İstanbul’un günümüze kadar gelebilen
eski çarşılarından.
Çarşıda, Sultan 2. Mahmûd Han Çeşme ve Sebili, 2. Beyazıd döneminde Efdalzâde
Şeyhülislâm Hamideddin Efendi tarafından yaptırılan Efdalzâde Camii ve Şekerci
Han göze çarpan tarihî yapılardan bazıları.
Fatih Sultan Mehmed Han döneminde
yaptırılan ve kaderine terkedilen 100 odalı tarihî Şekerci Han’ın, mülkiyet problemi nedeniyle bakım ve onarımı
yapılamıyor.
1900’lü yılların başında konukları
arasında Said Nursî, Mehmed Âktif Ersoy, Neyzen Tevfik ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da bulunduğu han bakımsızlıktan mezbeleliği
andırıyor. Fatih Camisi’nin yakınında, İslambol
Caddesi ile Malta Çarşısı Sokağı’nın
kesiştiği köşede yıllara meydan okuyan Şekerci Han’ın, Fatih Sultan Mehmed
döneminde (1451-1481) Fatih Külliyesi ile birlikte inşa edildiği bazı
kaynaklarda ifade ediliyor.
Fatih Camisi’nin Çörekçiler Kapısı’ndan Malta
Çarşısı’na doğru yürüdüğünüzde, önünüze İstanbul’un göbeğinde bambaşka bir
dünyanın kapıları açılıyor. Caddenin başından itibaren sanki İstanbul’un değil,
Şam’ın ya da Halep’in bir mahallesine giriyorsunuz. Berber, lokantacı,
baharatçı, kuyumcu, kasap, parfümcü, tatlıcı, ekmekçi dükkânları arı kovanı
gibi Suriyeli kaynıyor. Bu çarşıya “Küçük
Suriye” desek, yanlış olmaz.
Çarşı esnafının çoğu Suriyeli, kalan üç
beş Türk esnafsa müşterilerin ekserisi Suriyeli olduğu
için yanlarında Arapça bilen Suriyeli çırak çalıştırıyor.
*
Bu kadar tarif yeterli, asıl mevzuya
gelelim isterseniz...
Asıl mevzumuz neydi; Malta Kurukahvecisi.
Dile kolay bir asırlık Türk kahvesi geleneğinden
bahsediyoruz.
Burada Türk kahvesinin lezzetini,
kavrulan kahvenin derecesi belirliyor. İstanbul merkezli ve 100 yıla yakındır
Türk kahvesi kavuran bir aile, orta açık kavurdukları Türk kahvesiyle
damaklarda farkındalık oluşturuyor.
*
Zamanın behrinde Anadolu’dan
İstanbul’a göçen birçok kişi çalışmak için soluğu Tahtakale’deki kahve
kavurucularında almış. Bunlardan bazıları işlerinde sebat edip ustalaştıktan
sonra İstanbul’un dört bir yanında kendi dükkânlarını açmış. Bunlardan biri de
bugün kavurduğu Türk kahvesiyle fark oluşturan, Salih Dönmez’in kurduğu ve 3. kuşak tarafından işletilen Fatih Malta Çarşısı’ndaki Malta Kurukahvecisi.
1910’lu yıllarda çocuk yaşlarda
Erzincan’dan İstanbul’a çalışmaya gelen Salih
Dönmez, Tahtakale’de Türk kahvesi kavuran mekânların birinde iş bulur.
Yıllar içinde Türk kahvesi kavurmada kazandığı ustalıkla artık kendi markasını
kurmak istediğinde soluğu Fatih’teki meşhur Malta Çarşısı’nda alır ve 1961’de Malta Kurukahvecisi markasını kurar. Salih Dönmez, iyi bir Türk
kahvesi elde etmek için çekirdeği bilinenin aksine koyu kavurmak yerine orta
açık renkte kavurarak farklı bir aroma yakalar ve de kısa sürede müdavimler
edinmeye başlar. Türk kahvesinde oluşturduğu bu farkı 2. kuşak temsilcisi oğlu Sezai Dönmez’e aktarır. Sezai Dönmez
babasından aldığı ustalığı bugünlere kadar taşıyarak, bu nâdide lezzeti 3.
kuşak temsilcisi oğlu Selim Dönmez’e
devreder. Selim bey devraldığı mirası zorluklara rağmen yaşatmaya gayret
ediyor.
*
Malta Kurukahvecisi, bugün birçok
Türk kahvesi üreticisinin tercih ettiği gibi kahve çekirdeği olarak Brezilya
Rio Minas kullansa da diğer markalardan farklı olarak çok koyu kavurmak yerine
orta açıklıkta kavuruyor.
Kavurma esnasında çekirdekten gelen
ilk çıtlama sesinden hemen sonra kavurma süresini sonlandırıyor. Buda Türk
kahvesinin tadım notlarının daha da iyi anlaşılmasına neden olurken, diğer
taraftan keyifli bir içim sağlıyor. Malta Kurukahvecisi’nde kavrulan
çekirdekler 1-2 gün dinlendikten sonra, 61
yıl önce özel olarak tasarlanmış el yapımı tarihî değirmende öğütülüyor.
Tarihî Yarımada bölgesi içinde birçok
geleneksel ya da turistik yeme içme mekânında kullanılan Türk kahveleri Malta
Kurukahvecisi imzasını taşıyor.
*
Damak tadını bilen önemli bir müşteri
kitlesine sahip olan Malta Kurukahvecisi, son yıllarda 3. kuşak temsilcisi
Selim Dönmez mekânın önünde oluşturduğu oturma alanında taze Türk kahvesi içmek
isteyenlere keyifli anlar yaşatıyor. Selim bey, küçücük dükkânında bir taraftan
kahvelere sevgisini katarak hazırlarken, diğer taraftan asırlık lezzeti kurulan
muhabbet sofrasının yanından akan insan seline Türk Kahvesinin enfes kokusunu
ikram ediyor. Türk ve Suriye kahvesinin aroması ile harman olarak sokakları
tütsülüyor.
*
Son dönemde yaşanan fiyat artışlarından
yakınan Selim bey, hâlis Türk Kahvesi’nin kilogramını 180; orta, çifte, az
kavrulmuş kahvelerin fincanını 18; Kenya, Kolombiya, Vietnam, Brezilya
kahvelerinin fincanını 26; Al Götür Kahve Keyfi yaşamak isteyenlere Latte 16,Espresso
10, Americano 14, Fitre 15, Malta 10, Flat White / Mocha 17 ve Latte Cappuccino
kahveyi 20 Türk Lirası’ndan ikram ediyor.
***
ANADOLU’DAKİ FARKLI KAHVE TÜRLERİ
Kahve, dünden bugüne Anadolu’nun
sosyo-kültürel yaşamında önemli bir yere sahiptir. Kahvenin girmediği bölge,
şehir yoktur.
Ülkemizin farklı yörelerinde
sakızlıdan safranlısına, tahinliden lavantalısına, keyif kahvesinden mırraya,
hindiba kahvesinden zeybek kahvesine kadar farklı aroma ve yöntemlerle
hazırlanan kahve çeşitleri de bulunur. Ayrıca ekonomik sıkıntıların yaşandığı savaş
dönemlerinde geçici çözüm olarak çeşitli bitkilerden yapılan kahveler de
türemiştir.Nohut kahvesi, menengiç
kahvesi, kenger kahvesi, ardıç
kahvesi, çörekotu kahvesi, bamya
kahvesi, hurma kahvesi, soya
kahvesi, bulgur ve badem kahvesi bunlardan bazılarıdır.
*
Beş asırdan fazla bir süredir
Anadolu’da keyfin sembolü olan Türk Kahvesi, UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası”
listesindeki yerini aldı. Listeye girdiği tarih olan 5 Aralık, Dünya Türk
Kahvesi Günü olarak kutlanıyor.