Bir düşünce işçisi: cemil meriç
Cemil Meriç (12 Aralık 1016–13 Haziran 1987), ülkemiz entelektüel hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Ölümünün 34.yıldönümünde Meriç’i fikirleriyle anmak, tartışmak ve sorgulamak lazımdır. Cemil Meriç, Doğu ve Batı düşüncesine kendisini açmaya, bir Doğulu olarak Doğu dünyasını yücelten biridir. Kendisini “münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi” olarak tanımlayan Meriç’e göre “Işık, Doğudan Gelir.” Meriç’in başlıca eserleri; Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Mağaradakiler, Kırk Ambar ve Kültürden İrfana isimlerini taşımaktadır.
Meriç, kendisi hakkında şöyle demektedir: “Yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır.” “Kendimizi tanımak, irfanın varabileceği en yüksek merhale" diyen Meriç, okumayı, düşünmeyi ve yazmayı hayatının kendisi haline getirmiş nitelikli bir yazardır. Bugün düşünen ve düşündüklerini insanlarla paylaşan beşeri sermayemiz sıfır düzeyindedir. Okuyan, yazan, düşünen ve paylaşan insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Derin bir çölleşmenin, çoraklığın ve donmanın yaşandığı düşünme dünyamızda düşünmeyi ve yazmayı kendisine hizmet edinen Meriç, önemli bir ilham kaynağıdır.
Düşüncenin donuklaşması, insanın cansız bir varlığa dönüşmesidir. Donuklaşan insan, akılla düşünemez, sloganların yüzeysel ve yapay dünyasında bütün hayatını donmuş bir çerçeveye mahkum eder. Donmuş toplumlarda düşünce değil, sloganlar hakim olur. “Slogan, ilkelin ideolojisi” diyen Meriç, insan için değerli olan çalışmanın emekle, şüpheyle ve akılla düşünce üretmek olduğunu söylemektedir. Sloganlar, bizi vahşete, cehalete ve karanlığa götürmekten başka bir işe yaramamaktadır. “Sloganlara ilkellik” diyen Meriç, “İzm'leri idrakimize giydirilen deli gömlekleri” olarak nitelemektedir. “Sloganların ilkelliğine” karşı Meriç, şüphenin, düşüncenin ve farklılığın esas alınması gerektiğini söylemektedir: “Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir?” Şüpheyi, aklı ve düşünceyi öldürmek isteyen güçlerin insanlığı akıl ve gerçek dışılığa sürüklemeleri tehlikesine Meriç dikkat çekmektedir: “Rasyonelden irrasyonele itildiğimizin farkında değiliz... Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor.” Sloganların ve izmlerin hapishanelerinde ömür tüketen mahkumlar olmamak için sürekli uyanık olmak zorundayız.
İnsan hayatında din, önemli bir tecrübedir. Meriçe’göre din aşktır: “Din, bir susuzluk, sonsuza karşı duyulan özlem. Bilgi değil, aşk.” Din, ahlaka, maneviyata ve sanata kaynaklık edebileceği gibi, fanatizme, şiddete ve vahşete de kaynaklık edebilir. Meriç, dini popülizmin kindarlık olarak vahşete dönüşme tehlikesine dikkat çekmektedir: “Avam için din, kendi gibi düşünmeyenleri yok etmek hürriyetidir. Nazif, dinim kinimdir diyordu. Bir Asur kâhini hortlamış, bir Asur kâhini. Kinle bağdaşan bir din, din olmaktan çıkar.” Dinin kindarlık olarak bütün insani çoğulculuğu ortadan kaldıran bir imha, talan ve yağma mekanizmasına dönüşmemesi için din, akıl, düşünce, bilgi, sorgulama, felsefe, irfan ve ahlak ışığında anlaşılmalı ve yaşanmalıdır. Meriç’in düşünce hayatında dinin kin ve yıkım olmadığı fikri merkezi olarak yer almaktadır.
Meriç’in hayatında temel kavram, fikirdir. Düşünceyi en yüksek tecrübe olarak gören Meriç, kendisini fikir işçisi olarak nitelemektedir. Meriç, işçisi olduğu fikrin ve düşüncenin sınırsız bir şekilde özgür olması gerektiğini söylemektedir: “Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.” Meriç için düşünce ve kitap insani gelişim için olmazsa olmaz iki kaynaktır. Meriç, kitap sayesinde hayatın sonu gelmez bir maceraya dönüştüğünü söylemektedir: “Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza.” Meriç, kitapların insanlık düşüncesini geleceğe taşıyan kaynaklar olduğunu ifade etmektedir: “Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür.” İnsanlık kitaplar sayesinde kendisine ulaşan tefekkür hazinelerini kütüphanelerde saklamaktadır: “Kütüphane bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu.”
Dini, sanatı, felsefeyi, maneviyatı, ahlakı sahici anlamda tecrübe etmek için okumaya ihtiyaç vardır. Okumak, tek yanlı olarak dışarıdan bir müdahaleye maruz kalmak değildir. Meriç, okumanın iki benlik arasında gerçekleşen karşılıklı sevgi ve anlama çabası olduğunu söylemektedir: “Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülâkattır.” Aklıyla ve kalbiyle yapılan okumanın meyvesi olgunlaşmaktır. Okumak, insanı duygulu, düşünceli ve duyarlı yapar. Duygulu, düşünceli ve duyarlı insan, olgunlaşan insandır. Meriç, okuyarak ve düşünerek olgunlaşmayı şöyle tarif etmektedir: “Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.” “Zulmün olduğu yerde, tarafsızlık namussuzluktur” diyerek bize okumanın, düşünmenin, kitabın ve aşkın önemini anlatmaya çalışan Meriç’i saygıyla anıyorum.