Bir Dostun Tabutuna Uzaktan El Sallamak
Yıl 1968 Aylardan Haziran…
Nusret Özcan kardeşimle ilk tanışmamız, İmam Hatip Okulu’na girebilmek için, Laleli THY Bloklarının yan tarafında bulunan, Uğur Dershanesi’nde olmuştu…
Hacı Fahri Kığı’lı Kur’an Kursu binasından dönüşen ve o zaman İstanbul İmam Hatip Okulu’nun bir şubesi gibi açılan, Gaziosmanpaşa Dörtyol İmam Hatip Okulu 1-E sınıfında, birlikte orta öğretime başlıyoruz…
Her üçümüz de düşe kalka, 7 yıllık okulu 9. yılda 7 B sınıfında, birlikte bitirebiliyoruz. 9 yılda neler yaşadık neler...
Sınıf arkadaşımız Ayhan Yılmaz, Nusret ile hem okul hem de okul sonrasında, değişik zaman ve zemin dilimlerinde, benden daha çok birlikteliği oldu.
Gümüş Sakallı Kardeşim Nusret'i, 22 Haziran 2007 Cuma günü Dâr-ı Bekâ'ya uğurladık. Tam 13 yıl olmuş... Nusret'i Ayhan Yılmaz'ın bir şiiriyle yâd edelim.
BİR DOSTUN TABUTUNA
UZAKTAN EL SALLAMAK
Kalksam gelsem Eyüp’e vapur iskelesine
Birer tabure çeksek otursak çay söylesek
Yalın beyaz bir duvar asmalı kahvehane
Cigaraları yakıp balıklara üflesek
Ah kardeşim ne vardı öyle çekip gidecek
O kış Mevlâm İstanbul’a bir rüzgâr aşketti ki
Sancaktar Yokuşu’nda sokak levhası dondu
Kimsenin bilmediği kasketli mavi tilki
Zıpladı kanatlandı kırmızı dama kondu
(Sen Suriçi Valisi ben Taşlıtarla Lordu)
Ansızın gemiler çıkar ya filmde sisler içinden
Öyle bir nehirdi minibüsler Yıldıztabya Rami’den
Gizli bir uğultuyla akarlardı derinden
İsyankar çocuklardık mazotlu zifir katran
Yıldızları tesbih yapıp durak durak ekleyen
Tereciye tere satan güneşe kafa atan
Bakışları harita sırasını bekleyen
Pergelin sabit ucu kalbimizin üstünde
Felekten kopya çekmiş hem ağlayan hem gülen
Sırtımızda dört mevsim aynı ceket aynı yük
Mor yeleli atların duyduğu tınılarla
Nakit mahdut formüller grift boylarımız çok küçük
Müsait bir yerde inelim kaptan oynama anılarla
Pikapta Orhan Baba Derdi Dünyadan Büyük
Çamur deyip geçmeyin toz toprak deyip
Ebrulisi astarlısı kınalısı vardır
Ağır ceviz yaprakları düşerse aklınıza
Çavdar tarlasına koşun küçümsemeyin
Kimse dönüp bakmazdı binbeşyüz havamıza
“Halat mahalline girmek tehlikeli ve yasak…”
Çocuğuz eğlence lâzım ne kadar da oynasak
Cümle mahallere korkusuzca girerdik
Kenger sakızı çiğner biteviye gülerdik
Tel üstünde yürürdük cesur ve biraz sarsak
Hafız Osman’dan gazeller New York’ta sabah oluyor
Bir mektup geliyor senden “Er mektubu görülmüştür”
Aylardan Şubat mıydı yetmiş dokuz yahut seksen
Metin Yüksel vurulmuş kar yağıyor inceden
Bir tabanca patlamış defterler dürülmüştür
Doksan No’lu otobüs Eminönü – Draman
Alnımızda Dali’nin Katlanan Saatler’i
Yağmurdan yorulmuşuz İstanbul’dan el aman
Elimizde Mona’nın sudan ince elleri
Bakmayın siz Mona’ya pek masumuz o demler
Etekleri yelpaze şehir lodosa cilve yapar
Utangaç tıfıllarız mümkün mertebe kaim
Kanlıca’da yoğurt kızlar libidoya göz kırpar
Nar gibi ürperirdik sağ salim günahtan saim
Tekirdağ avantürü her yer Van Gogh sarısı
Namık Kemal köprüsünde tuzumuz olsun dedik
Bizimki gönüllü sürgün bir nevi garp hizmeti
Aşk tozuna bulandık yendik ve geri döndük
Bir çift pabuç bıraktık çektirme bayırında
Ali’nin elinde baykuş ip bağlamış boynuna
Geometriden anlardın şarkılardan anlardın
Yani gömlek cebinde her daim bir tanesi
Rıhtımda boynu bükük hem söyler hem ağlardın
Tığ teber şah-ı merdan kadifeden kesesi
Halimize tercüman Vehbi’nin kerrakesi
Ötesi yoktur derken bir buluttan yansıyıp
Çok uzak diyarlarda dondu kaldı ellerim
Yavru kuşun kanadı ne bütünlük ne kalıp
Bir türkü tutturmuşum yalan yanlış söylerim
Dudaklarım kilitli en bildiğin hâlimle
Hicazdan nihavende gür menekşe sesiyle
Kim çizecek mehtabı boyayacak olan kim
Kur’an bülbüllerinin gül kokan nefesiyle
Bismillah (Sevgili kardeşim)
Yâ-sîn vel Kur’anil hakîm…