Bir deprem gibi gelen
İnsan bazen dış dünyaya çevirince gözlerini farklı bir bakış açısı takınabiliyor. Zaman ne kadar hızlı geçse de; üzerimizde unutmadığımız, hatırlamaya değer o kadar çok anlatacağımız şey kalıyor ki geriye bir ömür daha olsa anlatmak için yetmez diye düşünüyoruz. Her devre göre bakış açısı takınmak gerekir mi bunu düşünmek gerek ama asıl olan yaşamak ve daha da önemlisi farkında olarak yaşamaktır.
Farkında olmak önemli güçtür. Hayatı farkında olarak
yaşamak, dünyaya farkında olarak bakmak ve herkesin koyu bir karanlığa
kapıldığı bir zamanda her şeyin farkında olduğunu bilmek önemlidir.
İnsanların içinde sıcacık duran duyguları çok yumuşak bir
yapıdadır. Kimileri bunun farkına varamasa da duyguları hem sıcaktır hem de
değişken bir özelliktedir. Karşısında içli cümleler kuran biri oldu mu değişme,
farklılaşma gibi bir süreç hemen insanı kuşatmaya başlar. Her şey değişebilir bir anda her şey. Dün
düşündüğünü bugün inkâra yeltenebilir insan, doğru bildiğine yalan der, kendi
yolunu değiştirip bilmediği yollara sapabilir. Sabit fikirli olmak da kötüdür
elbet ama doğruyu bulacağım diye girilen her düşünce oyunu, kişinin içini
karartır, gün gelir yolunu da kapatır.
Dünyada gerçekleşen olayları seyrederken sanki hepsi film
gibi gelir bize. Uzakta olmak, bize ulaşmayacak izlenimi verir genelde.
Çocukken seyrettiğimiz kovboy filmlerinde kovboyları bir tepeden izleyen
Kızılderilileri sanki düşmanmış gibi izlerdik. Reisin duruşundaki heybete
aldırmadan, çevresindeki Kızılderililerin birbirlerine benzeyen yüzlerindeki
masumluğu fark edemeden kovboyların öldürecekleri Kızılderili sayılarını
hesaplardık. Aynı hikâyeye Red Kit adlı çizgi filmde de rastlardık. Aradan
yıllar geçti ve öğrendik ki asıl masum olan, evlerinden, topraklarından
uzaklaştırılan, kamplarda yoksullaştırılan ve ölüme terk edilen
Kızılderililermiş. Amerika, zalimliğine daha o zamanlardan başlamış ve hızını
kesmeden günümüzde de devam ediyor. Sonraları yayınlanan Kızılderilileri
anlatan kitaplardan öğrendik ki; onlar masum, onlar bilge ve onlar
ezilenmiş. Bir Kızılderili reisinin
söylediği; “Toprağın yüzüne ve kendi yüzüne bak. Ne kadar benziyorsunuz
birbirinize.” sözü; insanın topraktan
geldiğini işaret etmekten başka ne olabilir ki?
Şehirleşiyoruz. Bundan kaçmak imkânsız. Teknolojik bir
buhrana doğru sürükleniyoruz. Betonlar
arasında yaşayan insanlar, kendileri dahil her şeyi unutarak yaşamayı
öğrendiler. Yaşama gayelerini, geldikleri ve gidecekleri dünyayı unutup bir
teknoloji çöplüğü haline gelmiş yaşamlarında her gün biraz daha şehirleştiler.
Kurallar yok edildi önce. Birbirinin yüzünü tanımaz oldu insanlar. Dünya
geliştikçe küçüldü, küçüldü, insanların avuçlarının içine sığdı. Bütün bunlara
rağmen yaşananlara bakınca, bir dağ esinti arar olduk. Burası şehir olamazdı.
Burası gelişmişliğin yüzü, teknolojinin kalbinin attığı yer olamazdı. Dünyayı
avuçlarının içinden izleyenler, bu kadar duyarsız hale nasıl gelmiş
olabilirlerdi.
Kendimize gelmek için illaki bir sarsıntıyı mı bekleyeceğiz?
Yüreklerin sallanmasını duymadan yaşanan hiçbir deprem bizi kendimize
getiremez.
Mevsimlerin adı değişiyor sadece. Sanki bütün mevsimler
aynı. İnsanları artık mevsimler bile etkilemiyor. Sonbahar ve kış en çok
yoksulları vuruyor, ilkbahar ve yaz yine en çok onları sevindiriyor. Rüzgâr
esiyor, en çok yoksullar üşüyor. Kendini sakınmak, kendini kenara çekmek her
gün biraz daha rağbet görüyor. Dillere yerleşen öyle bir ifade var ki insanları
uyuşturuyor, savunmasını elinden alıyor, kişiliğini sarsıyor. Her olumsuz
davranışın ardından pervasızca; “ Ne yapayım, herkes öyle yapıyor.” deniyor.
Doğru olunduğu bilinse de cılız çıkan hiçbir sese destek çıkma yürekliliğini
göstermeyenlerin sayısı her gün biraz daha artıyor. Çoğunluğun sesi denilip en
doğru olanlardan bile tavizler verilip “herkes gibi” düşünerek sıradanlaşıyor
nereye gittiğini bilmeyen bir çoğunluk.
Bir deprem daha yaşadı ülkemiz. 2020’nin hanesine bir
felaket daha eklendi. Yine birileri çıkıp depremin tozu dumanı daha ortadan
kalkmadan kirli düşüncelerini saçtılar ortaya. Acı vardır ve bu toprağın acısı,
kederi ortaktır. Devletin tüm imkânları ile depremin daha tozu dağılmadan
İzmir’de varlığını hissettirdiği gerçeği varken; buradan acaba ne koparabilirim
diyerek ahlak ve izan yoksunu yorum yapanlara Allah fırsat vermesin.
Kenetlenelim diye iyi niyet üzerine cümleler kurulurken daha
ilk cümlesinde hükümeti, Cumhurbaşkanını suçlayarak timsah gözyaşı dökenlerin
bir an için ülkeyi yönettiklerini düşünelim. Kendi ülkesini batıya yaslamanın
ötesine geçemez bu zihniyettekiler. Çünkü görüyoruz kaç gündür, Macron’un
yanında durup da kendi Cumhurbaşkanını bol keseden eleştiren Fransız
sevicileri.
Evet, kenetlenmek gerek. İzmir’de yaşamını yitirenler
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Felaketler yaşanır, yaralar sarılır ama beyinlerin içindeki hasarın tamiri çok
zor görünüyor. Herkes gibi düşünerek, sahibinin sesi olarak bir yere varamaz
insan. Aklını, fikrini kullanarak ancak doğruya ulaşabilir. Hele de birilerinin
yönlendirmesiyle yolunu bulmak isteyenler bir ömür ne yollarını bulabilirler ne
de yoldaşlarını.