Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2323.80
BIST 100
9084.28
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

02 Kasım 2020

Bir deprem gibi gelen

İnsan bazen dış dünyaya çevirince gözlerini farklı bir bakış açısı takınabiliyor. Zaman ne kadar hızlı geçse de; üzerimizde unutmadığımız, hatırlamaya değer o kadar çok anlatacağımız şey kalıyor ki geriye bir ömür daha olsa anlatmak için yetmez diye düşünüyoruz. Her devre göre bakış açısı takınmak gerekir mi bunu düşünmek gerek ama asıl olan yaşamak ve daha da önemlisi farkında olarak yaşamaktır.

Farkında olmak önemli güçtür. Hayatı farkında olarak yaşamak, dünyaya farkında olarak bakmak ve herkesin koyu bir karanlığa kapıldığı bir zamanda her şeyin farkında olduğunu bilmek önemlidir.

İnsanların içinde sıcacık duran duyguları çok yumuşak bir yapıdadır. Kimileri bunun farkına varamasa da duyguları hem sıcaktır hem de değişken bir özelliktedir. Karşısında içli cümleler kuran biri oldu mu değişme, farklılaşma gibi bir süreç hemen insanı kuşatmaya başlar. Her şey değişebilir bir anda her şey. Dün düşündüğünü bugün inkâra yeltenebilir insan, doğru bildiğine yalan der, kendi yolunu değiştirip bilmediği yollara sapabilir. Sabit fikirli olmak da kötüdür elbet ama doğruyu bulacağım diye girilen her düşünce oyunu, kişinin içini karartır, gün gelir yolunu da kapatır.

Dünyada gerçekleşen olayları seyrederken sanki hepsi film gibi gelir bize. Uzakta olmak, bize ulaşmayacak izlenimi verir genelde. Çocukken seyrettiğimiz kovboy filmlerinde kovboyları bir tepeden izleyen Kızılderilileri sanki düşmanmış gibi izlerdik. Reisin duruşundaki heybete aldırmadan, çevresindeki Kızılderililerin birbirlerine benzeyen yüzlerindeki masumluğu fark edemeden kovboyların öldürecekleri Kızılderili sayılarını hesaplardık. Aynı hikâyeye Red Kit adlı çizgi filmde de rastlardık. Aradan yıllar geçti ve öğrendik ki asıl masum olan, evlerinden, topraklarından uzaklaştırılan, kamplarda yoksullaştırılan ve ölüme terk edilen Kızılderililermiş. Amerika, zalimliğine daha o zamanlardan başlamış ve hızını kesmeden günümüzde de devam ediyor. Sonraları yayınlanan Kızılderilileri anlatan kitaplardan öğrendik ki; onlar masum, onlar bilge ve onlar ezilenmiş. Bir Kızılderili reisinin söylediği; “Toprağın yüzüne ve kendi yüzüne bak. Ne kadar benziyorsunuz birbirinize.” sözü; insanın topraktan geldiğini işaret etmekten başka ne olabilir ki?

Şehirleşiyoruz. Bundan kaçmak imkânsız. Teknolojik bir buhrana doğru sürükleniyoruz. Betonlar arasında yaşayan insanlar, kendileri dahil her şeyi unutarak yaşamayı öğrendiler. Yaşama gayelerini, geldikleri ve gidecekleri dünyayı unutup bir teknoloji çöplüğü haline gelmiş yaşamlarında her gün biraz daha şehirleştiler. Kurallar yok edildi önce. Birbirinin yüzünü tanımaz oldu insanlar. Dünya geliştikçe küçüldü, küçüldü, insanların avuçlarının içine sığdı. Bütün bunlara rağmen yaşananlara bakınca, bir dağ esinti arar olduk. Burası şehir olamazdı. Burası gelişmişliğin yüzü, teknolojinin kalbinin attığı yer olamazdı. Dünyayı avuçlarının içinden izleyenler, bu kadar duyarsız hale nasıl gelmiş olabilirlerdi.

Kendimize gelmek için illaki bir sarsıntıyı mı bekleyeceğiz? Yüreklerin sallanmasını duymadan yaşanan hiçbir deprem bizi kendimize getiremez.

Mevsimlerin adı değişiyor sadece. Sanki bütün mevsimler aynı. İnsanları artık mevsimler bile etkilemiyor. Sonbahar ve kış en çok yoksulları vuruyor, ilkbahar ve yaz yine en çok onları sevindiriyor. Rüzgâr esiyor, en çok yoksullar üşüyor. Kendini sakınmak, kendini kenara çekmek her gün biraz daha rağbet görüyor. Dillere yerleşen öyle bir ifade var ki insanları uyuşturuyor, savunmasını elinden alıyor, kişiliğini sarsıyor. Her olumsuz davranışın ardından pervasızca; “ Ne yapayım, herkes öyle yapıyor.” deniyor. Doğru olunduğu bilinse de cılız çıkan hiçbir sese destek çıkma yürekliliğini göstermeyenlerin sayısı her gün biraz daha artıyor. Çoğunluğun sesi denilip en doğru olanlardan bile tavizler verilip “herkes gibi” düşünerek sıradanlaşıyor nereye gittiğini bilmeyen bir çoğunluk.

Bir deprem daha yaşadı ülkemiz. 2020’nin hanesine bir felaket daha eklendi. Yine birileri çıkıp depremin tozu dumanı daha ortadan kalkmadan kirli düşüncelerini saçtılar ortaya. Acı vardır ve bu toprağın acısı, kederi ortaktır. Devletin tüm imkânları ile depremin daha tozu dağılmadan İzmir’de varlığını hissettirdiği gerçeği varken; buradan acaba ne koparabilirim diyerek ahlak ve izan yoksunu yorum yapanlara Allah fırsat vermesin.

Kenetlenelim diye iyi niyet üzerine cümleler kurulurken daha ilk cümlesinde hükümeti, Cumhurbaşkanını suçlayarak timsah gözyaşı dökenlerin bir an için ülkeyi yönettiklerini düşünelim. Kendi ülkesini batıya yaslamanın ötesine geçemez bu zihniyettekiler. Çünkü görüyoruz kaç gündür, Macron’un yanında durup da kendi Cumhurbaşkanını bol keseden eleştiren Fransız sevicileri.

Evet, kenetlenmek gerek. İzmir’de yaşamını yitirenler vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Felaketler yaşanır, yaralar sarılır ama beyinlerin içindeki hasarın tamiri çok zor görünüyor. Herkes gibi düşünerek, sahibinin sesi olarak bir yere varamaz insan. Aklını, fikrini kullanarak ancak doğruya ulaşabilir. Hele de birilerinin yönlendirmesiyle yolunu bulmak isteyenler bir ömür ne yollarını bulabilirler ne de yoldaşlarını.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan