Bir Çocuğun Unutamadığı O İbretli Levha
Bir levhayı yarım asır hafızada yaşatmak mümkün mü? Şayet gönül dünyasından ibretli bir hakikati yansıtmışsa, o nurlu iz asla unutulamaz.
1970’li yıllardı… Siirt’in kenar mahallelerinin birinde mütevazı bir kerpiç evde oturuyorduk. Bir gün abilerim “Hadi çocuklar sizinle bugün güzel bir yere gidelim.” dediler. Üç abim hazırlanmıştı, ben ve kardeşim Memduh da hemencecik giyindik kuşandık. “Güzel yer”e kim gitmek istemez ki? Evden çıktık ve yürüdük. Dinî bayramlarda da hep beraber yürürdük zaten. Önce mezarlığa gidip büyüklerimizi ziyaret eder, ardından eve gelip bayram kahvaltımızı yapar, sonra da akraba ziyaretlerine başlardık. O yıllar, benim için bir saadet devriydi. Rahmetli babam hayatta ve başımızdaydı. O önde, arkasında abilerim ve sonra benle kardeşim. Ne güzel bir aileydik biz. Huzurlu evin mesut ve bahtiyar fertleriydik hepimiz. “Pederşahî” dedikleri o büyük yuvanın hâlâ sonsuz hasreti içindeyim. “Çekirdek aile” diyerek toplumu küçülttüler. Şimdi yaşlılarımız, evlerinde yalnız yaşıyor. Bir kısmı Darülaceze’de, huzurevlerinde ikamete ediyor. Yaşlılarımızı ‘huzur’ evlerine bırakalı evlerde huzur azaldı. Sanırım bu davranış, Gayretullah’a dokundu. İnşallah koronavirüs salgını, bize merhamet ve şefkat medeniyetimizi yeniden hatırlatır. Hafızamız bir daha kaybolmaz ve biz aile büyüklerimizle birlikte yaşamanın tarifsiz lezzetini hissetmeye başlarız. Çocuklarımız da dedelerinin ve ninelerinin faydalı öğütleriyle sağlıklı şekilde büyürler.
Küçük ve Sade Bir Ev
Gideceğimiz “güzel yer”i merak ediyorum doğrusu. Aydın abim daha önce gitmiş meğer. Yolda, bana ve kardeşime uyarıda bulunuyor. “Sakın orada konuşmayın, sadece dinleyin. Çay da içeceğiz.” Eh çay olduktan sonra ben dinlerim. Düzayak bir eve girdik, tek katlı, taş yapılı… Ben ev dedim ama abim yine bizi bilgilendirdi. “Burası medrese, burada Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri okunur. Önce dersi dinleyeceğiz, sonra çay içeceğiz.” Eh buna da eyvallah! Gazi İlkokulu’nda nasılsa her gün Tevfik Öğretmen’den ders dinlemiyor muyuz? Bu da onlardan biri herhâlde diye düşündüm. İçeri girdik. Yerde minderler. Sıralandık ve dizlerimizin üstünde oturduk. Az sonra bir amca geldi. Yaklaşık 40 yaşlarında. Hepimizi selâmladı, sonra önündeki rahlenin üstünde duran kırmızı kaplı kitaplardan birini açtı ve “Gençler hoş geldiniz, mademki bugün sizin buraya ilk gelişiniz öyleyse size uygun, hoşunuza gidecek kısa bir ders yapalım. Sonra da birlikte çay içeriz.”
Kırmızı Kitap, Kırmızı Çay
Anladım ki “çay” burada önemli. Çayı herkes seviyor ve içiyor. Kitapları da öyle. Ben de zaten hem çayı hem kitap okumayı çok seviyordum. Öyle ise burası tam bana göre. Okumaya başladı: “Birinci Söz. ‘Bismillâh’ her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübârek kelime, İslâm nişânı olduğu gibi bütün mevcûdâtın lisân-ı hâl ile vird-i zebanıdır. ‘Bismillâh’ ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğine bak, dinle… Şöyle ki: Bedevî Arab çöllerinde seyâhat eden adam…”
Amcanın oturduğu köşenin tam üstünde, duvarda bir levha vardı. Gözüm ona takılmıştı. Rengârenk bir levha. Âdeta bütün renkler bu levhada buluşmuş, ortaya nefis bir tablo çıkmıştı. Belki de gördüğüm ilk resim, bir ressamın fırçasından çıkmış ilk tablo buydu. Dipsiz bir kuyuda bir ışık… Oradan bir yol uzanıyor ve dünya küresini bir nur huzmesi sarıp sarmalıyor. O yoldan küreye dayanmış bir merdiven ve basamaklarda bir çocuk. Kendimi düşündüm o an. Sonra o çocuk yukarı çıkıyor, gençlik dönemine geliyor, olgunlaşıyor. İkinci bir merdiven daha… Bu sefer basamaklardan inen üçüncü kişi, saçı başı beyazlaşmış ihtiyar bir adam… Merdivenin son basamağında ayağını tabuta benzeyen bir derinliğe atıyor, önünde kabir ve kapısı açık… Demek ki adam artık dünyayı terk edip ölümü tadacak ve kabre girecek! Kabirden sonra yol yine açılıyor. Kabrin arka kapısında geniş, ferah, çiçekli bir ufuk görünüyor. Oradan da kasırlara, saraylara benzeyen ışıltılı bir bahçe… Ben orayı cennet gibi hayal ediyorum. Hep bize anlatırlardı çünkü. Doğuyoruz, yaşıyor, ölüyoruz, sonra da inşallah mümin olarak cennete gireceğiz. Acaba o aydınlık, ışıklı yerin ardında cennet mi var? Bu hayal dünyasına dalmışken resmin üstündeki üç satır beni etkiliyor: “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” Üç can alıcı soru. Bunların cevabını zihnimde vermeye çalışırken alttaki yazı dikkatimi çekiyor:
“Dünya Bir Misafirhanedir”
“Dünya bir misafirhanedir. İnsanlar ise onda az duracaktır. Ve vazifesi çok bir misafirdir. Ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.” Bu sözler bir bakıma resmin açıklaması. Sağ alt köşede “Sözler’den” ibaresi var. Galiba amcamızın elindeki kitap da Sözler. Kenardan göz ucuyla baktım, evet o: Sözler. Sonra bir minik yazı daha gördüm levhada ama belli belirsiz, zor okunuyor. Gözlerimi diktim, onu da okumaya çalıştım: Rafet Kavukcu. Belli ki ressamı, ismini öne çıkarmak istememiş. Bu muazzam tablonun ressamı kimdi acaba? Nerede yaşıyordu, İstanbul’da mı, yoksa başka şehirde miydi? Bir gün onu görebilecek miydim?
Ben bu tatlı hülyalar içinde sırlı yolculuğa çıkmışken, “El Fatiha” nidasını duydum. Ders bitmiş, herkes Fatiha’sını okuyordu. Ben de okudum. Kitap okuyan amcaya herkes “Allah razı olsun.” dedi. O da “Cümleten” diye karşılık verdi. Ne kadar güzel, nezih ve hoş bir ortam. Ben bu mekânı çok sevdim. “Medrese”ye keşke daha önce gelseydim. Az sonra yüzü mütebessim bir başka amca, çay bardaklarıyla içi dolu tepsiyle gelmez mi! İşte o anda keyfime diyecek yoktu. Yaşasın ders, yaşasın levha, yaşasın, çay, yaşasın medrese!
Ressamı Arayan Meraklı Çocuk
O gün bugündür, ben bu tablonun ve ressamı Rafet Kavukcu ağabeyimizi hep merak ettim. Zaman zaman dostlarıma sorduğumda İstanbul’da olmadığını, Erzincan’da yaşadığını söylediler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin diğer talebelerini İstanbul’da gördüğüm hâlde onunla tanışamamıştım. Çocukluğumun en büyük hatırasının kahramanını hep sevdim, hayırla andım. Aziz dostlarım Nafi Yalçın ve Nurettin Taşkesen’in yardımları ile iz sürdüm. Bu tecessüs beni Halil İbrahim Özdemir ile tanıştırdı. Ve öğrendim ki, hayalimdeki çalışmayı bu ağabeyimiz yapmış. Kalemlerin Efendisi Rafet Kavukcu isimli bir eser kaleme almış. O kadar çok sevindim ki. Kendisini hemen aradım, kitabı merak ettiğimi söyledim. Sağ olsun o da lütfedip kitabı imzaladı ve bana yolladı. Şimdi önümde esaslı bir eser var. Özdemir, Rafet Kavukcu büyüğümüzün hayatını belge roman tarzında kaleme almış. Kapak resminde yine sanatkârımızın bir eseri olan Şam Emevi Camii… Yazarımız ‘Ön söz’de Rafet Kavukçu ile tanışmasının ilginç hikâyesini anlatıyor ve üzerinde bıraktığı tesirden bahsediyor. “Yaptığı çalışmalarla hem Bediüzzaman Said Nursi’nin hem onun talebelerinin hem de ‘Ben de Müslümanım.’ diyebilme bahtiyarlığına erişen herkesin gönlünü kazandı. Allah’ım bu ne büyük zenginlik!” diyen Özdemir, kolları sıvıyor ve bu müstesna eseri ortaya koyuyor. Rafet Kavukcu’nun hayatını, ressamlığını, hattatlığını kendisinden dinleyen Halil İbrahim Özdemir, daha sonra bunları bir roman hâlinde kaleme alıyor. Belgelerle, resimlerle, fotoğraflarla bezenmiş muhteşem bir eser. Büyüğümüzü anlatan Özdemir, “O, Türkiye’nin ve dünyanın tanıdığı en iyi hattatlardan ve ressamlardan birisiydi.” diyor ve devam ediyor: “O sanatkârlığının yanında büyük bir dava adamı, iyi bir baba, iyi bir eştir. Yıllardan beri rahatsız olan eşi, Rafet Kavukcu’nun merhametli kolları arasında hayatını sürdürüyor.”
Arkadaşlarını Eğiten Çocuk
Rafet Kavukcu’nun daha çocukken resme meraklı olduğunu ve sınıfta öğretmeninin anlattığı dersi tahtaya resimler çizerek arkadaşlarına izah ettiğini öğreniyoruz. Yani o yıllardan beri muallim, sanat ehli. Sonra yetişkinlik dönemi, İslami neşriyatın merkezi olan bir kitabevinde bulunuş, Büyük Doğu ve Serdengeçti mecmualarını düzenli takip ediş. Şuurlu ve imanlı bir gencin yetişmesi, sanata bağlılığı ve resimleriyle davasına hizmet etme aşkı, cehdi. Eser sadece Rafet Kavukcu’nun hayatını, ideallerini, çalışmalarını anlatmıyor. Bir bakıma Türkiye’nin sosyal ve kültürel dünyasını da yansıtıyor. Dindar insanların geçmişte çektiği çileler, yaşadıkları sıkıntılar her şeye rağmen azimlerinden, ümitlerinden asla vazgeçmeyişleri… Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara bağlı iyi bir sanatkârın hayırlı ve mübarek hayatını okurken ibretli hadiselerin ve hatıraların içinde kendimizi buluyoruz. Göze ve gönle hitap eden mükemmel eser, benim için başucu kitabı oldu. Doğu Yayınları’ndan çıkan bu seçkin eseri ilim ve sanat âşıklarına tavsiye ediyorum. Aziz büyüğümüz, sanatkârımız Rafet Kavukcu Hocamıza sağlıklı ve bereketli ömür diliyor, Halil İbrahim Özdemir Beye de, bu üstün gayretinden dolayı yürekten teşekkür ediyorum.