Bir çeki düzen meselesi
“İnsan, pek büyük bir şeydir. Onda her şey yazılmıştır. Fakat perdeler, karanlıklar, kendisindeki o bilgiyi okumasına meydan vermez. Perdeler, karanlıklar da bu çeşit-çeşit, renk-renk oyalanmalardır; bu çeşitli dünya tedbirleridir; bu çeşitli istekler, özlemlerdir. Bütün bunlarla beraber karanlıklarda olduğu, perdelerle örtülmüş bulunduğu halde gene de bir şey okuyor, ondan haberi var. Bir seyret de gör; şu karanlıklar, şu perdeler kalkınca nasıl da anlar, bilir, ne bilgiler çıkarır meydana, bir kıyasla artık.”
Hz. Mevlânâ (Fîhi Mâ-Fîh)
İşe koyulmak için bir membaa yaslanmak, suyu oradan içmek icap eder. Bu iş, hâlimize ahvalimize çeki düzen vermek. Ancak insan da öyle de bir hâl var ki çeki düzen verilesi bir şey olduğunun pek farkına varmaz. Ahvalini bilmişse epey bir yol kat etmiş kabul edilir.
Dünya ve hâlleri, genel işe koyulmayı başka bir şeye yorar. Alışverişe, geçimliğe, birikime, mevkie, güce, servete… Böyle işlerde yol almayı mecburi görenle aklını ahvaline yoran dünyanın iki başka hâlinin temsilidir; zira ikisi de dünyayı bambaşka yerlerden okumaktadır.
Ne olacak bu dünya işleri? Anlaşılan o ki birlenmeden olmayacak. Bu dünya ile öbür dünya, ben ile biz, eksik ile gedik, varlık ile yokluk... birlenmedikçe çözülmeyecek bu denklem. Zaten huzura erişebilenler, çözebilenler değil midir?
Oysa genelde uzağına düşer insan, çağlayandan beslenen, bulutların ve ormanın arasından süzülerek geçen bin bir güneş renginin yansımalarıyla göz kamaştıran, berrak göl kıyısının. Öylesine uzağında kalır ki yağmurun çalı çırpıyı sürüklediği yamaçlardan gelip denize varmaya mahkûm çamurlu derenin kenarında ellerini, ayaklarını yıkamaya çalışır.
Yağan yağmurun saflığına karşın, bulanmış, içinde her şeyden biraz bulunan suyun mahiyetinden habersiz gibidir. Ellerini neden bir türlü temizleyemediğini anlayamaz.
Aynı dereden aldıklarıyla beslediği, büyümesini umduğu çiçekler boyun bükmektedir virane kulübesinin gölgesinde.
Neyi temizlerse kirlidir. Çabası, yorgunluğu, inadı beyhudeye akar. Safiyane beklentilerini karşılamaktan çok uzaktadır. Çaresiz, durgun gözleriyle izlediği kirli sulardadır.
Kim kirletir bu suları? Kime yarar kirlenmesi? O ise yaşamak için böylesine saklı bir köşe seçmiştir, üstelik hiç kımıldamamıştır yerinden. Anlaşılamayan bir yavaşlıkta ve neredeyse fark edemeden olmuştur her şey. Büyümek gibi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamaya engel, geçmişle şimdinin farkının anlaşılmadığı bir yavaşlıktır bu.
Baktığı yönde çiçek açmıyordur artık, yağmur da yağamıyordur, bir tek sabah çiğlerinin ıslattığı saksıdaki sarı menekşesi kalmıştır geriye. Ama sessizdir menekşeler. Ne katmerli yaprakları vardır, ne de hayranlık uyandıracak kadar büyüktür. Rahatsız etmez, şikâyet etmez, bir şey istemez. Ne çok ne de az, hafif gölgeli bir ışık yetmektedir ona.
Bakıp durur aynı suya; ne umduğunu bilmeden, hâlinden memnun, olandan ve olacaktan habersiz, sonunu düşünmeden, bir son olduğunu bilmeden, kaygısızlığını hoş görerek. Tek derdi işgaliyetine sebep varlığını idame ettirmek, varlık umudunu yaşatabilmektir.
Oysa henüz varlığını bilmediği hayat hakkının peşindedir doğduğundan beri. İçini kurağa mahkûm eden o kirli sularda kirden başka bir şey bulamayacağının şuurunda olabilmeyi bekler. Kurağı bitirecek bir yağmur bekliyordur gayriihtiyari.
Bir gün umudun tükendiği o an gelir; ani bir huzursuzlukla karşılaşır. Çünkü bu kirli sular, hiçbir canlıyı yaşatamıyordur. Olanı öldürüyordur. Bu defa idrake yeltenir. Zaten idrak özüne yerleşiktir.
Kervanı yükleme zamanının geldiği anlaşılmıştır. Gitme zamanıdır. Kurak, kirli, verimsiz bu yerlerden ayrılma zamanıdır.
Her gün gördüğü viran kulübeden, kurumuş çiçeklerinden, gözlerini hiç ayırmadan baktığı bu kirli dere yatağından…
Ama nereye gidecektir? Kim yol gösterecektir?
Akan suların kirinden toprağın kalabalığına yönelir.
Kirli sulardaki kuraklığından verimli toprağa yönelir, yalnızlığı da teselli bulmuştur böylece. Yaradılışına varmıştır. Zaten ezeli de ebedi de topraktır, özüne yerleşiktir.
Ancak temiz bir kaynağa erme ihtiyacı vardır. Çünkü toprak yön verir, iz verir, sağaltır. İlla ki el değmemiş, ilk haliyle bekleyen, ormanı besleyen kaynağa taşır. Mesele tırmanmaktır.
Tepelere varmak gerekir de tırmanmak ne zordur… Varacağı yeri, ne kadar gideceğini bilmeden, bir yudum temiz suya muhtaçken, güçsüzken, geride kalan menekşesi de yanındayken…
Tırmanış zordur. İnsanda arkaya dönüp bakmaya güç bırakmayan, akıp giden suya inat, tersine hep tersine tırmanış…
Büyük sarmaşıklar sarkıyordur ağaç gövdelerinden, boyundan büyük eğreltiler geçit vermiyordur kimi zaman, derinlere gittikçe orman karardıkça kararır. Sis iner akşamları, bir adım öteyi görmeye engeldir. Garip kuş sesleri, uğultular geceyi besler. Ağaç tepelerinde geceler bu yüzden. Her geri dönüş fikri umutsuzluğa varıyordur, yeltenemez. Kalbi arada bir gidip gelse de kendini tepeye vurarak görmezden gelir.
Yavaşça düzlenmeye başlamıştır artık yol. Yamaçların çetinliği azalmıştır. Ayaklarını kaydırmıyordur toprak. İnce bir güneş ışıltılarını serpmekte, ısıtmaktadır. Sonra kocaman bir aydınlık vurur yüzüne. Takip ettiği suyun kayalık oyuğunda biriken ve etrafa saçılan suyollarının membaının yanı başında, büyük çağlayanın eteklerindedir. Tazyikin beyazlatarak fışkırttığı berraklık büyülemiştir onu.
Aşağılarda bir yerde hâlâ kirlenerek varıyordur denize dereler. Ama kirlenmeyenler de vardır. Ormanın yeşil yükü çepeçevre sarmıştır kimi dere yataklarını.
Oysa tek bir yerden kaynar bütün sular. Katışıksız varoluş merkezinden. Tek bir yerden fışkırır ve dağılır, büyük ihtimalle kirlenecekleri hâlde. Ama kirin farkına varan temizine yol arar işte. Mümkündür.
Kaygıyla, sorgulamalarla geçirilen zamandan daha kısa sürmüştü merkeze varmak. Yerkürenin neresinde olursa olsun, insan varması gereken yere varabiliyordu.
Etrafta olan bitenle yetinilen, suyun da toprağın da kıvamında olduğu o yerdeki denge insana iyi gelir. Zaten denge öze yerleşiktir.
Bunca çırpınışın, aldanışın, kandırılışın, zannedilişin ardından, umudu umut etmeyi ummadan, yalnızca umut edebilmek bir çeki düzen meselesidir.
Bize de gözü aydın olanlara selam vermek düşer.
“Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına.” (Necm: 59)