Dolar (USD)
35.27
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2976.79
BIST 100
10009.21
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Bir bilinçaltı olarak gelenek

Geçen hafta A Haber’de yayımlanan Düşünce Atlası programında geleneği konuştuk. Bu zamana kadar gelenek konusunda farklı problem alanları üzerinden görüşler bildirdim. Düşünce dünyasının geleceğine projeksiyon geliştirmek isteyen herkesin de öyle veya böyle yolu gelenekten geçer. Fakat programda yeni neslin konuyla ilgili soru(n)ları, geleneğe dair bazı açıklamalar yapılması zaruretini bende hissettirdi.

Geleneği geçmişten alarak geleceğe değiştirerek aktardığımız her türlü düşünce, davranış ve birikimler olarak tanımlıyoruz kısaca. Ancak programda mealen şöyle bir soru gelmişti: “Acaba gelişmemiz için geleneği bırakmamız mı gerekiyor?” Böyle bir sorunun arkaplanında iki varsayım var. Birincisi, gelenek tamamen insandan bağımsız maddi bir cisim olarak görülüyor. İkinci varsayım da, geleneğin biz istediğimiz zaman bırakılacak istediğimiz zaman elimizde tutulacak bir şey olduğu düşünülüyor.

Ben bu soruya programda geleneği isteseniz bile hemen tümüyle bırakabilir misiniz? diye yine bir soruyla cevap vermiştim. Böyle bir soru da, geleneğin yukarıdaki tanımına ek olarak onun bir perspektif oluşturma boyutuna işaret etmektedir ki, ben buna geleneğin bilinçaltı boyutu diyeceğim. Freud’dan ödünç aldığımız bilinçaltı kavramını geleneğe uygularsak, gelenek kişinin ömür boyunca bir davranış ve düşüncesinin bir topluma ve kültüre ait olma, kiplikler oluşturma bağlamında etkileyicilikten belirleyiciliğe kadar geniş bir tayf içerisinde görünür olduğunu ifade eder. Bunlar çoğu zaman bilince çıkmış davranış ve düşünceler de olmayabilir.

Bu etkileyicilik/belirleyicilik toplumsal tabakalarda farklı boyutlarda işler. Eğitim ve kültür bakımından (sadece ekonomik değil) çok geniş kitleleri ihtiva eden alt tabakadaki insanlarda gelenek bir bilinçaltı olarak yüksek belirleyicilik düzeyindedir. Onlar varolanı sürekli korumaya çalışırlar. Orta tabakada biraz daha azalır. Çok azınlık olan üst tabakada ise etkileyiciliği devam eder. Bu sebeple gelenek bir cisim ya da maddi varlık gibi kenara bırakılan bir şey değildir.

Geleneğin bu bağlamda tayin edici boyutu önemlidir. Fakat burada değişim ve gelenek arasındaki gerilimi nasıl çözümleyeceğiz? Burada üst tabakanın tayin edici rolü bulunmaktadır. Ancak onlar mevcut kültürü aşma konusunda bir arkaplana sahiptirler, gelenekle ilişkilerini bir bilinç seviyesinde kurabilirler. Burada özellikle “kültürü aşma” ifadesini kullanıyoruz ki, kültür ve geleneği reddetmeden yeni durumlara uygun bir düşünce ve hareket üretmek demektir. Bu açıdan peygamberlerin hepsini kültürü aşmaya çalışan insanlar olarak görebiliriz. Peygamberler bunu, kendilerine uzak ve yakın dönemdeki gelenekle irtibatlı olarak yaparlar.

Gelenekle modernlik arasındaki ilişkiyi gelenekselcilik ve modernizm kavramları dışında okursak, din burada aslında modern olanı temsil eder. Yani, Hz. Muhammed (SAV) kendi döneminin modernitesini oluşturmuştu. Fakat Kur’an’ın sıklıkla atıflarından da göreceğimiz gibi Hz. Adem ve Hz. İbrahim, bu modernitenin gelenek açısından uzak ve yakın iki referansını oluşturmaktaydı.

Anlattıklarımız bugün Müslümanların gelenek ve modernlik karşısında nasıl tavır alacaklarına dair bir projeksiyon geliştiriyor; geleneksel ve modernist şeklindeki tasniflerin yetersizliğini ortaya koyuyor. Bu anlamda Batılı düşünürlerin yeni tezlerini tarihin içinden geçirerek Eflatun ve Aristo’ya yaslamaya (olumlu ve olumsuz referanslarla) çalışmalarının sebeplerini de açıklıyor.

Demem o ki, gelenek isteğe göre atılacak bir şey değildir; siz yaşarken o bilinçaltında işler ve insanda kendisini göstermeye devam eder.