Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Kasım 2018

Bir Beslenme Biçimi Olarak Liyakat

Liyakat de bir beslenme biçimidir. Nasıl ki Yüce Yaratıcı yediklerimiz, içtiklerimiz, düşündüklerimiz ve davrandıklarımıza bir sınır çizmiş ve helal-haram çizgisi sadece bir tahkimat değil aynı zamanda içsel bir koza örüş ise eyleyişlerimizin yön tayini de beslenmemizin doğal dışa yansımasıdır. Bu sebepten haram ile iştigal edenin liyakat ölçüsü gözetmesi düşünülemez. Helal yanlış yaptırmaz. Helal öznesinin yanlışı helalin kendisinden değil ona yönelen nesnedendir; dolayısıyla orada bir eyleme değil, bir maruz kalma vardır ve maruz kalmanın çok sayıda telafi gerekçesi bulunur. Bununla birlikte yediklerimiz ile içtiklerimizin öz suyu nasıl kana karışıyor, geriye kalan posalar müzahrefat olarak dışarı atılıyorsa hissettiklerimizden ve eyleyişlerimizden de kana karışanlar ve foseptiğe gidenler vardır. Ve liyakatli davranmama eylemi bünyeden dışarı çıkmayan müzahrefattır. Liyakatli davranmayan bireyin duygusal ve düşünsel beslenmesi kir olarak bünyenin iç camına yapışır, orada asılı kalır ve onu silecek hiçbir bez de yoktur. Liyakatsizlik tortusu katılaşarak önce camın dışarıyla bağını keser, sonra içeriden dışarı bakanı büsbütün körleştirir. En büyük zihin körlüğü çevresini liyakatsizlerle donatmış insanlarda yaşanır. Liyakatsizlik çünkü özün yetersizliğinden şişmiş gövdedir ve gövde, bakışın duvarı olarak bir görüş daraltıcısı, bir perspektif engelleyicisidir.

Liyakatsizlik hakikat yoksunluğundan kaynaklı adaletsizliğin eylem düzeyindeki cezasıdır. Liyakat nasıl sağlıklı bir ruhla geri dönüyorsa liyakatsizlik ruhun hastalığı olarak döner. Aslında bu yönüyle bakıldığında liyakat bireysel ya da toplumsal taazzuv çeperinin tam da cemal sıfatına uygunluğuna işaret ederken liyakatsizlik bir bozuluş olarak onun celal sıfatına denk gelir. Liyakatsizlik böylece bir cezalandırma tasarrufu olarak eyleyen bireyin mütemmim cüzüne dönüşür. En basiti vicdan düzeyinde yaşanan kararma, en ötesi ise ruhun bütününü kaplayarak akışkan kurum’a dönüşen bir tamamen işlevsizleştirmedir.

Bunun dışında liyakatin beslendiği bir de manevi kaynaklar vardır. Liyakatin özsuyu hakikat ve adalet, hakikat ve adaletin mahfazası ise liyakattir. Liyakat bu yönüyle sürekli hakikatten beslenir, adalet ile kuvvetlenir dal budak salarken onlara bir yüzey yapı oluşturur, onların zedelenmesini engelleyen korunaklı bir kabuk işlevi görür. Bu, aynı zamanda bir topluma baktığınızda dışarıdan görünenin içeriyi yansıtmasıdır da. Nereye giderseniz gidin, hangi makama çıkarsanız çıkın; sizi liyakat karşılıyorsa gövde ve öz sağlıklı, liyakatsizlik karşılıyor ise gövde ve öz hastalıklıdır.

Her insan layığını bulur. Her toplum layık olduğu sistemle yönetilir. Her yönetici mayasına uygun bürokratlarla çalışır. Her insan layık olduğu hayatı yaşar ve kader liyakat-liyakatsizlik toplamıyken kaza, biraz da liyakatsizliğin zorlamasıdır. Kendimizden başlayarak çevremize, oradan toplumumuza ve dünyamıza şöyle bir bakalım. Dünya gemisi nereye gidiyor? Kolektif şuur bizi nereye taşıyor? Tam da olması gerektiği yere mi; hakikatin vadilerine, adaletin limanlarına mı; yoksa tam da olmaması gereken yere, yalan ve riya vadilerinin göbeğine mi?..

Liyakat gibi liyakatsizlik de beslenir. Liyakatsizliğin en büyük gıdası aşağıdan yukarıya yönelen övgüdür. Liyakati silikleştiren, liyakatsizlerin layık olduklarını göstermek için kulağa fısıldadıkları ‘olmayan ama varmış gibi görünen’ hasletlerdir. Liyakatsiz, layık olduğunu göstermek için baktığı yukarıya onda olmayanları varmış gibi göstererek onun içinde bir simülatif evren kurar. Bulutu yıldız gösterir, griyi mavi… Her şey iyidir der, hiç sorun yok. Her şey kötüdür ve sayısız sorun vardır aslında. Her şey yolundadır der, bu sarsıntılar düzlüğe çıkmanın habercisi… Hiçbir şey yolunda değildir ve bu sarsıntılar uçurum kenarı pürüzleridir aslında. Maharet, berrak gökyüzüne bakarken bile ufuktaki tehlike bulutlarını fark etmektir. Yoksa herkesin baktığı yere bakanın göreceği onların gördüğünden başka nedir ki?..

Bireysel çevre oluşumunda da toplumsal kurguda da başlangıç ve kuruluş dönemlerinde liyakat, çöküş dönemlerinde ise liyakatsizlik atmosferi hakim olur. Aslında bir bakıma liyakattir başlangıçlara istikbal vaat eden ve çöküşlerin dostudur liyakatsizlik… Gerçek, yalana dönüşünce liyakat yerini sessizce liyakatsizliğe terk eder. Helal harama tahvil olunduğunda kendiliğinden gelir liyakatsizlik. Mesele gök kararırken önlemini alıp almamakta, şimşekler çakarken ışığı güneşten bilip bilmemektedir. Gövdeler şişerken büzüşen ruhlar geleceğe dair çok şeyler söylüyor bize…

Ve son olarak: Çarpıyoruz, demiş tayfa kaptana. Yok canım demiş kaptan, felaket uzakta… Çarptık demiş tayfa kaptana. Ne, demiş kaptan, neden vaktinde söylemedin ki? Söyledim ya, demiş tayfa kaptana. Duymadım ki demiş kaptan tayfaya. Yok canım demiştin ya demiş daha demin, tayfa kaptana. Sana değildi ki cevabım demiş kaptan tayfaya, ben o sırada başka birini dinliyordum, başka tarafa bakıyordum… Liyakat, gemi salim sularda yüzerken bile tehlikeyi haber veren gözcü tayfaları dinlemektedir, karayı deniz gösterenleri dinlemekte değil…

Karaya yaklaşırken başka taraflara bakan kaptanlar… Gerçek ile kulakları arasına sitayiş duvarları ören amiraller… Gerçeği geriden, henüz çarpılmadan önce değil onun kurbanı olduğunda fark edenler… Kaybedecekler. Sadece kendilerine değil çevrelerine de kaybettirecekler.

Bazen öyle bir dalarız ki ancak derin uykular uyandırır bizi. Bir daha geri dönüşü olmayan ölümcül uykular…