Bir başkadır bizim memleketin profesörleri
Geçenlerde bir profesör, aşı olmayacakların noter işleri,
tapu işleri yapılmasın. Vergi yapılandırmasından yararlanmasınlar, pasaportları
askıya alınsın hatta nikâh bile kıyılmasın türünden kendince yaptırım kararları
almıştı.
Ardından bir başka profesör el yükseltti ve aşı yaptırmam diyenler vatan hainidir
dedi. Öyle ki onlar için kurallar da koymuştu. Devlet dairelerine bile
giremeyecekler, otobüse binemeyeceklerdi.
Sonra biri daha çıkıp yaşananları büyük tufana benzetti. Buradaki gemi, aşı, tufan ise salgındı.
Dolayısıyla gemiye binenler aşı olanlar binmeyenler de aşı olmayanlardı.
Peygamberini de siz tahmin edin der gibiydi profesör.
İşini hakkıyla yapan,
bilime meraklı, araştırmacı ruhlu kaliteli akademisyenleri tenzih ederim,
lafımız onlara değil ancak bazı profesörler faşizm çukurundan bir türlü
çıkamıyor. Bilimsel diktatörlüğün gönüllü acenteleri gibi çalışıyorlar.
27 Mayıs 1960 yılında cuntacıların akıl hocaları da bir avuç
profesör değil miydi? “Yasama yetkisiyle
donatılmış bir ihtilal komitesi kuracaksınız. Devlet reisi de sizden hükümet de
sizde” diyen yedi kişilik bilim heyetinin(!) darbeyi meşrulaştırdıklarını
nasıl unuturuz?
Bu ülkenin darbe çağrısı yapan profesörleri de oldu. 28
Şubat’ta sırf başörtülü oldukları gerekçesiyle kendi öğrencilerini fişleyen ve
sınıflara sokmayanlar da profesördü.
İkna odaları kuranlar ve öğrencilerini mağdur edenler de
profesördü. Okulunu birincilikle
bitirdiği halde başörtülü öğrencilerini diploma törenine almayan ve haklarında
soruşturma açan da profesördü.
Başörtüsünü gericilik olarak görüyorum diyen de üniversitede
öğrencilerinin fotoğraflarını çekip fişlerken yakalanan kişi de profesördü.
"Kenan Evren’in
yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence
değil. Darbeler zorunlu ameliyat gibidir" diyen ve üstüne canlı
yayında genç bir kıza nasıl sulandığını övünerek anlatan da bir profesör.
Suriyelilerin %32,6’sının fazla kilolu, % 27,7’sinin ise
obez olduğunu söyleyebilecek kadar ırkçılıkta tavan yapan profesörlerimiz de
var bizim.
Yedi sülalesini üniversiteye yerleştiren ve kişiye özel
ilanlarla akademisyen alan profesörler de az değil.
Bu millet ilkokul mezunu sapkın bir adamın peşine takılıp
kendi ülkesine ihanet eden profesörleri de gördü.
Demem o ki, sizin
profesörlüğünüz, modern eğitim sisteminin en üst seviyesinde bir rütbeye sahip
olmanız, faşist ruhlu olmanıza, postal yalamanıza, organ ticareti yapmanıza
yani kötü bir insan olmanıza mani olamıyor.
Bugün ülkenin televizyon kanallarında muhabbet etmekten,
sosyal medyada laf yetiştirmekten ilmi araştırmaya vakit bulamayan bazı profesörlerimiz
son günlerde kafayı, aşı konusunda endişelerini dile getiren, sorgulayan bir
avuç insana taktı.
Maske konusunda bile
kafaları karışık olan ve net bir ilmi görüş ortaya koyamayan profesörlerimizin
bildiği en iyi şey korku pompalamak, kısıtlamalar ve aşı çeşitleri…
Geçen yıl ülkede, 26 bin 453 profesör, 15 bin 451 doçent, 39
bin 464 doktor öğretim üyesi, 36 bin 461 öğretim görevlisi ve 48 bin 396 araştırma
görevlisi varmış. Bu kadar akademisyenin olduğu bir ülkede bilim, kültür ve
düşünce alanında üretilen kayda değer bir şey yok.
Tam tersi Türkiye'de eğitim seviyesi yükseldikçe insan ve
değerlerinden uzaklaşma o denli artıyor.
Baksanız iyi eğitim
almış insanlar gibi gözüküyorlar ama bir derinlik yok. Aldıkları eğitim onlarda insana doğru giden
bir yol açamıyor.
Hep derim, “Bir
insanın aldığı eğitim onda kişi onurunun kıymetini idrak ettirmiyorsa dahası
merhametin, hoşgörünün, vicdanın, erdemin, ahlakın ve saygınlığın kapısını
aralamıyorsa başka bir deyişle yüreğinde insana dair bir yer açmıyorsa o
eğitimin de o eğitimi alanın da hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.”
“Cahil insan öğrenim görmemiş olan değil kendini bilmeyendir” der Krusnamurti. Evet, insanı ve derinliğini bilmeyen biri profesör de olsa kıymeti yok. Allah, şerlerinden muhafaza eylesin.