Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Şubat 2023

​Bir Avuç Kar

Bir rüya. Kısa. Geçici. Bir varmış bir yokmuş… Dünya rüya; hayat bir nefeslik zaman. Kapadık gözümüzü, bir daha açamadık. Dilimiz sustu, içimiz yandı, gözyaşımız kurudu. Sabahı, güneşi beklerken yer sarsıldı ve geceler kat kat düştü göğsümüze. Göğsümüzde dağlarca ağırlık ve acı.

Bir nefes, bir ışık, bir ses, bir el, bir göz, bir sıcak dokunuş, bir ses… Yok mu, yok mu uzanacak bir el? Bir dünyanın yükü tam da kalbimizde, kalbimizin atışı zayıflıyor, azalıyor oksijen ve ışık çekildikçe çekiliyor. Karışıyor gece ile gündüz.

Dışarıda kar ve soğuk yüzümüzü kesiyor. İçimiz yangın yeri. Aynı anda hem üşümek hem de yanmak bu mu? Bir taraftan ağlarken bir taraftan kurtulan bir can ile sevinç çığlıkları atmak… Bir cana can olmak, bir canın elini tutmak, kalbine dokunmak, gözyaşını silmek, nefesini duymakmış en büyük servet ve mutluluk. Şimdi harabe, şimdi toz toprak ve virane oldu servet sanılan yüklerimiz ve anlamsız kalabalıklar. Üstümüzde ağırlaştıkça ağırlaşan dünya ve gittikçe uzaklaşan hayaller bölüyor rüyayı. Kesiliyor irtibat, gelmiyor, doğmuyor güneş. Üşüyoruz…

Dünya çokça meşakkat ve yükmüş meğer. Yuva sandığımız beton yığınları meğer bizi bekleyen tuzakmış. Ne zaman ve nasıl düşeceğimizi bilemediğimiz bir tuzak oldu dünya. Meğer dünya derin uykuymuş, uyanmaya çabaladığımız bu soğuk karanlıkta. Şimdi uyananlar cennette, cennet sılamız oldu bu soğuk gurbette.

Feryatları yüreğimize saplanan canlar… İçimizde kor olup yanan canlar… Bir daha görememek, bir daha bakışamamak, bir daha koklayıp kucaklaşamamak… Ah, bu felaket, ciğerimizi söken ve bizi nefessiz düşüren amansız felaket! Dağları yerinden oynatan, denizleri kabartan ve ne var ne yok dümdüz eden büyük acı! Git artık gönül hanemizden, bırak bizi temiz rüyalarımızın çiçekli bahçelerinde.

Cennet yüzlü bebeklerin ve nice masumların moraran ellerinde kar taneleri… Ey kar, böyle mi gelecektin, böyle siyah mı yağacaktın? Ey kar, biz seni aydınlık günlerde, bembeyaz günlerde bahçelerde bekliyorduk. Seni, gökyüzünün engin maviliğinde tane tane ve sakin sakin yağarken bekliyorduk. Avuçlarımızı açıp seni sımsıcak ellerimizle tutacaktık, seni evlerimizin pencere önlerinde bekliyorduk. Gelişinle sokaklar şenlenirdi, çocuklarda tatlı sevinçler ve mahalleyi ayağa kaldıran kardan adam olurdu. Seni, atkılarımızla berelerimizle saracaktık. Ey kardan adam, sen de mi kara günde gelecektin, sen de mi mahzun kaldın? Mahsuruz şimdi seni beklediğimiz tenha ve soğuk betonlar altında. Şimdi açılan avuçlar kaskatı, soğuk, cansız ve mecalsiz. Seni bekleyen çocuklar yok, seni bekleyen atkılar ve bereler paramparça, bedenlerimiz sessiz. Şimdi yürekler paramparça. Ey kardan adam, bu yılı saymayalım, bu yılı anmayalım. Seni bekleyenler şimdi cennette. Zeynep ve Mustafa Faruk, minik kalpleriyle seni bekliyorlar cennette.

Sahi, niye gelmiştik bu dünyaya, neden bu dünya uykusu? Şimdi dünya uykusundan uyanıp gerçek hayatına kavuşan Zeynep ve Mustafa Faruk kardeşler ve nicesi, nicesi cennette uyandılar. Ey kar, ormanların soğuk ve tenha koynunda bembeyaz yüzün olurdu. Dün seni ilk defa Şehitler köyünün kıvrım kıvrım uzayan yollarında simsiyah yüzünle gördüm. Evet, ilk kez yüzün siyahtı ve düştüğün her bir ağacın dalından hüzün sarkıyordu. Evlerin çatılarından sarkan buzları güneş değil, içimizdeki ateş eritiyordu. Hüzünler sarıyordu kalbimizi ama biz toprağa dört tertemiz kalp bıraktık. Ey kar, gurbetten sılasına dönen Erol’un ve sevgili eşi Rüya’sının; çocukları Mustafa Faruk ve Zeynep’in üstüne mi düşeceksin? Ey kar, onların sevinciydin; bembeyaz yüzüne dokunacaklardı. Şimdi yüreklerine mi yağacaksın?

Ve Ahmet Muhip Dıranas’ın sesinin Erol’un sesi olacağını nereden bilebilirdik, nereden…

“Ne sabahtır bu mavilik ne akşam!/Uyandırmayın beni, uyanamam./Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,

Allah aşkına, gök, deniz aşkına/Yağsın kar üstümüze buram buram…”

Birlikte öğrendik ve gördük dünya yükmüş. Yükümüz üstümüzde kaldı, yüreklerimiz kar altında. Şehirler enkaz, şehirler tarumar, soğuk ve boş. Dünya boş… Son şiirimde seslenmiştim: “Demiri yumuşatan sözlerim, kalbini yumuşatamadı/Dağları sarsan bir zelzelenin üssünde ne inşa edilir ki/İki dağ arasında enkazdır ruhum, içimde dağlar çöküyor,/Her susuş, etimi kemiğinden söküyor”

Nazım yine bizi anlatıyor, okur musun şu ince dizeleri? “Üflenen bir mum gibi söndü/koskocaman ışıklar…/Ve şehir/kör bir insan gibi kaldı/altında yağan karın./Lambayı yakma, bırak!/Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların/dilsiz olduklarını anlıyorum.

Kar yağıyor/ve ben hatırlıyorum”

Ey kar, ruhları göklere yükselen nice canımız şimdi seninle. Ne olur üşütme onları! Mustafa Faruk ve Zeynep’in boş kalan avuçlarını doldur. Doldur ki dünyanın bir avuç kar olduğunu ve onun da bir gün eriyeceğini bilelim. Bilelim ki güzel günler kalsın geriye.