Bir alim gitti, bir alem göçtü
Her insanın hayatında bir çok öğretmeni, hocası olur. İlk, orta ve yüksek tahsilde bizi eğiten, hepimize birikimlerini aktaran öğretmenlerin hakkı elbette ödenemez. Bütün hocalar kıymetlidir, muhteremdir. Ama bazı hocalar vardır ki, onların hayatımızdaki yerleri çok farklıdır. Onlar sadece hoca değil bambaşka hüviyetle de hayatımıza girerler. Onları adeta bir baba veya anne gibi benimser, aile fertlerinden biri kabul ederiz. Prof. Dr. Orhan Okay, bu müstesna hocalardandı. Üniversitede ona talebe olma talihine erişemedim. Ama Kubbeltı'nda üç ay kendisinden "Aruz Dersi" aldım. Orhan Okay, hocalığın bütün yüksek vasıflarını üstünde layıkınca taşıyan bir münevverdi. Dersini yüksek sesle anlatırdı. Bu hususiyet, bütün iyi hocaların ortak vasfıdır. En arka sırada oturan öğrenci de duymalı, o da verilen bilgilerden istifade etmeliydi. Orhan Hoca, aslında daha 1980'li yıllarda efsane gibi adını duyduğumuz bir ilim adamıydı. O seneler Erzurum'daydı. Ama şöhreti İstanbul'da, Türkoloji koridorlarında dalgalanıyordu. Hele Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi isimli eserini okuduktan sonra gıyabu00ee hayranlığım daha da artmıştı. Sonra Sakarya'ya geldiğini duyduk. Ve nihayet İstanbul'da görüşmek, hocayla mülaki olmak nasip oldu. Bir gazeteci sıfatıyla yıllar önce kendisiyle bir röportaj yapmıştım. Daha sonra Dersimiz Edebiyat isimli kitabıma aldığım bu konuşmada hoca, her soruya ayrıntılı şekilde cevap veriyordu. "Anadolu'nun İstanbullu hocası" lise yıllarından beri içinde yer eden felsefe sevgisini sorduğumda şunları söylemişti: "Aslında ilkokul sıralarından beri ta lise son sınıfına gelinceye kadar hep Türkçe ve edebiyat derslerimde başarılı bir öğrenciydim. Son sınıfa kadar da meslek olarak edebiyatı seçmeye kararlıydım. Fakat lise son sınıfında felsefe derslerimizde benim için olağanüstü diyeceğim bir insanla karşılaşmam edebiyattan felsefeye kaymama sebep oldu. Felsefe hocası değil gerçek bir felsefeci hatta biraz ihtiyatlı bir ifadeyle filozof ve sanatkar yaradılışlı bir insan olan Nurettin Topçu'da mistik, metafizik bir dünyanın farkına vardım. Tecrit ve derinlik düşüncesi beni sardı. Üniversitede felsefe bölümüne kaydımı yaptırdım. Topçu ile mukayese ettiğim zaman sadece felsefe tarihi bilgisi veren hocaların kifayetsizliğine rağmen felsefe benim için ufuk açıcı bir alan oldu. Fakat bir sömestr sonra, tekrar eski sevdama, edebiyata dönmek zorunda kaldım. " Orhan Hoca'ya tesir eden şahsiyetleri ve fikirleri sormuştum. İlk olarak Nurettin Topçu'yu anmış, ardından şöyle devam etmişti: "İkinci olarak bir nakşu00ee halifesi olan Abdülaziz Bekkine'yi, üçüncü olarak Arapça muallimi Celal Hoca'yı hatırlatayım. Ama sadece edebiyattan bahsedeceksek ilkokuldan beri bütün tahsil hayatımda bendeki edebiyat merakının farkına varan ve bunun gelişmesinde gayreti olan bütün hocalarıma minnet duyarım. Ama en önemlisi son sınıfta, Vefa Lisesi'nin son sınıfında edebiyat hocam olan Behice Kaplan'dır."
Behice Hoca, Orhan Okay'ı eşi Mehmet Kaplan'la tanıştırır. Bu tanışma daha sonra bir hoca-talebe münasebetine dönüşecektir. Diğer hocaları arasında Ali Nihad Tarlan, İsmail Hikmet Ertaylan, Ahmet Caferoğlu, Reşit Rahmeti Arat da var. Ayrıca bir ağabey-kardeş münasebeti içinde olacağı Muharrem Ergin, Faruk Timurtaş, Nihad Çetin, Ömer Faruk Akün'den de ders alır. Orhan Okay, o mülakatımızda Yahya Kemal'den, Fuat Köprülü'den, Tanpınar'dan ve Mehmet Kaplan'dan bahseder. "Hocalık" ve "alimlik" vasıflarını mukayese eder. Ona göre her alim iyi hoca olmayabilir. Zira öğretebilmek ayrı bir özelliktir. Beşir Fuad, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, Necip Fazıl, Silik Fotoğraflar ve diğer eserleri çok değerlidir.
Hem Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, hem de Mehmet Kaplan'ın talebesi idi. Bir röportajımda, "Kendimi Yahya Kemal'in torunu gibi hissettim" diyordu. Hakikaten bir ocak, bir dergah olan Dergah Yayınları, daha 1980'li yıllarda Mehmet Kaplan Kitabı hazırlayarak yayıncılıkta vefa rüzgarını estirmeye başlamıştı. Bu anma ve armağan kitapları devam etti. Zincirin bir halkası olarak Ezel Erverdi'nin hazırladığı Orhan Okay Kitabı son derece kıymetlidir, okunmaıdır. Orhan Hocamızın eserlerinin çoğunu neşreden Dergah, inanıyorum ki sağda solda basılmış kitaplarını da yayın programına alacaktır. Belki de Hoca'nın İslam Ansiklopedisi'ndeki mühim maddeleri ile gazete ve dergilerde kalmış yazılarını da kitaplaştıracak. Böylece ilim alemine ve edebiyat dünyasına sunulacak bir "Orhan Okay Külliyatı" vücuda gelebilecektir.
Bir eş olarak Orhan Hoca örnekti. Mübeccel Hanım ile yaşadıkları hayat gıpta ile seyredilmiştir. Bir baba olarak mükemmeldi. Buna oğulları Fuat ve Cüneyt şahitlik ederler. Gelini Yeliz Hanım da. Bir dede olarak olağanüstüydü. Sevgili torunu Ediz'de bunu gördük. O ideal sahibi bir fikir adamı, ahlak ve fazilet timsali, değerlerine bağlı inançlı Müslüman Türk aydını idi. Hocayı, Cumartesi günü Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Topkapı Çamlık Mezarlığı'nda toprağa verdik. Kadirbilir, nezih ve iyi insanların oluşturduğu cemaat, namazına durdu, haklarını helal etti, dualarda bulundu, fatihalar okudu, mezarına toprak attı. İmam, Kur'an-ı Kerim okudu, dua etti. Birol Emil, Abdullah Uçman, Nazım Hikmet Polat ve Himmet Uç, kısa konuşmalar yaptılar. Yürekler hüzünlü, gözler nemli ama üzüntüden eser yoktu. Bir ermişi, bir dervişi Hakka yolcu etmenin derin tevekkülü vardı herkeste. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Evet, "Bir alim gitti, bir alem göçtü."