Bir 15 Temmuz kahramanları var, bir de 16 Temmuz kahramanları!
Başlıktaki ifade, menfur darbe girişiminin meydana geldiği
tarihte Ankara Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan
Sayın Harun Kodalak’tan.
FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimine karşı ilk soruşturmayı
açan Sayın Kodalak, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ndeki konferansında “o geceyi” anlatmış…
Ve 15 Temmuz’dan sonra yaşananları dile getirirken, “Bir 15 Temmuz kahramanları var, bir de 16
Temmuz kahramanları” ifadesini kullanmıştı.
O gece büyük kahramanlık destanı yazarak ülkeyi işgalden
kurtaran asil insanlar ve o gece sonrasında başkalarının fedakârlıkları
üzerinden parsayı toplayanlar…
Sayın Harun Kodalak
ile diğer vatan evlâtlarının mücadele ettikleri örgütün ve elemanlarının özelliklerini
hepimiz biliyoruz.
Her dönemde her kisveye girebiliyor ve her dönemde her yere
sızabiliyorlar.
Bunlara karşı her dönemde dikkatli olmakta büyük faydalar
var, her dönemde yani bu dönemde de!
Onları, en koyu Kemalist kisvesiyle de görebilirsiniz, en
harbi şeriatçı kisvesiyle de…
Nitekim…
Bunların Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu kadar büyük bir
kadrolaşmayı gerçekleştirebilmelerinin sebebini sorduğunuz eski komutanlar,
“Nereden bilebilirdik
ki?” diyorlar…
“Adamların evlerinde boy boy Atatürk portreleri vardı.
Eğlence olduğunda eşleriyle birlikte dans ediyor, hatta eşlerini başkalarıyla
dans ettiriyorladı. Alkol kullanıyor,
gayet çağdaş takılıyorlardı! Meğer, ruhsat almışlar ruhlarını teslim
ettiklerinden! Milli Görüşçüler filan öyle mi ya, ne oldukları bir kilometre
öteden anlaşılıyordu ve onları (yargısız infazlarla, yani YAŞ kararlarıyla)
şutlamak pek kolay oluyordu!..”
FETÖ bir örgüt ismi olduğu kadar, bir ruh hali aynı zamanda.
“Karakter aşınması”
denilen.
“Amaca ulaşma yolunda
her yol meşrudur!” zihniyeti.
Kayıtsız şartsız, itirazsız destekliyormuş gibi
göründüklerinin kuyularını kazanların dünyası.
Dönün bakın, Sayın Erdoğan’a düşmanlıklarının ortaya çıktığı
ana kadar hiç eleştirileri olmuş mu?
“Sayın Erdoğan, şunu doğru
şunu ise yanlış yapıyorsunuz”” demişler mi?
Demezler!..
Zira…
Biriktirdiklerini kusacakları ana kadar kendilerini belli
etmezler!..
Biz olsak, pat diye dökülürüz…
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeye çalışırken dışlanır,
hatta şutlanırız!
Allah bütün 15 Temmuz kahramanlarından razı olsun.
Şehitlerimize rahmet eylesin, gazilerimize de iki cihan
saadeti nasip eylesin.
16 Temmuz kahramanlarının ise müstehaklarını versin!
Kendilerini tankların önüne atmış, daha da önemlisi
evlâtlarını feda etmiş kahramanların da okuyacakları bu sütunda, “kahramanlık” iddiasında bulunmak ayıp
olur.
Sadece durmam gereken yerde durdum.
Söylemem gerekeni söyledim, yazmam gerekeni yazdım.
Darbe girişimi gecesi, bir etkinliğe katılmak üzere bir gün
önceden gittiğim Konya’daydım.
Darbecileri lanetleyen vatandaşlarla birlikte…
Esas mücadele Ankara ve İstanbul’daydı.
Ertesi gün…
Kürsüler kurulmuştu ve coşkun konuşmalar yapılıyordu.
Ben o etkinlikleri bir gazeteci olarak izlemekle yetindim.
Kürsülere çıkıp konuşma yapmam istendiğinde ise, “Kahramanlara ayıp olur, sadece Allah
onlardan razı olsun diyebilirim” dedim.
Ben 15 Temmuz kahramanlarından biri değilim, 16 Temmuz kahramanlarından
biri hiç değilim!
Ve herkese, 16 Temmuz kahramanlarına karşı dikkatli
olmalarını tavsiye ederim!
Bizde, iş olup bittikten sonra kahramanlık taslayanlar çoktur.
Mesela…
Rabbim nasip etti, o sütü bozuk 28 Şubat darbesine karşı
çıkış hattının en önlerinde yer aldım.
Hedefe yerleştirildim, helali hoş olsun, çok çektim.
Medyada çok azdık, öbür taraf ise çok fazla ve çok şedit.
MuhafazaKÂR takımının, kârı
muhafaza etmeye kodlanmışları, darbecilere gidip gidip, “Bizi Serdar gibilerle karıştırmayın. Biz
ılımlı insanlarız!” diyorlardı o günlerde.
Bizlere de, 28 Şubat darbecilerini kışkırttığımız,
kızdırdığımız için tepki gösteriyorlardı.
“Sizin yüzünüzden biz
de zarar görüyoruz!” diyorlardı.
Dedik ya, mesele “kâr”ı muhafaza anlamındaki
muhafazaKÂR’lıktı.
Sonra…
Şu oldu, bu oldu…
Darbeciler yenildi.
Baktık, biz geride, sessiz, sakin.
Bunlar “En Kahraman
Rıdvan” pozlarında.
Bir nevi, 29 Şubat kahramanları!
X
Sonra…
17-25 Aralık darbe girişimi geldi.
O günlerde, “paralel
yapı” idi FETÖ’nün ismi.
Biz, "darbe
girişimi"nin kitabını yazdık.
Kimse basmak istemedi.
Medyadakilerin bir kısmı da, “Ya paralelciler geri gelirse, o zaman biz ne yaparız!” diye düşünüyordu.
“DostModern Darbe”
kitabını kendi imkânlarımızla bastık, o 17-25’i anlatan ilk kitaptı.
Sonra…
Baktılar ki birileri, “paralel
yapı”nın geri gelme ihtimali pek yok…
Yine “En Kahraman
Rıdvan” pozlarında çıktılar öne!..
X
Mesele kimin öne çıkıp çıkmadığı meselesi değil elbette.
Hani, “Ömerler”
meselesi var ya…
Hazret-i Ömer’i örnek alanlar, doğruya doğru yanlışa yanlış
derler…
Bedel ödemekten çekinmezler!
“Turist Ömer”ler
ise, “Gelene Ağam, Gidene Paşam”
derler!
Kimin arabasına binerlerse onun düdüğünü öttürürler!
Geri dönüp bakın, FETÖ’nün yayın organları kimlere itibar
etmiş o günlerde, Abant toplantılarının müdavimleri kimlermiş?
Zaman’dan, Samanyolu’ndan çıkmayanlar…
Bunların önde gelen mensupları ile “işkembecilerde”
sabahlayanlar kimlermiş?
X
Ne demiştik yukarılarda bir yerlerde…
TSK’dan atılanlar hep Milli Görüş ruhlu insanlardı…
Zira, onlar kendilerini gizlemiyorlardı.
Öbürleri ise her kılığa giriyor, her nabza göre şerbet
veriyorlardı!..
Sonra bir gün geldi…
O Milli Görüşçüler, menfur darbe girişimine karşı çıkışta en
ön saflarda yer aldı.
Diğerleri ise, darbe girişiminde “CIA aparatı” olarak kullanıldı.
X
Bütün mesele…
“Ömerler”
meselesi, vesselam!..
Şehidimiz Ömer
Halisdemir ve diğer bütün şehitlerimizin ruhları için…
El Fatiha.