Dolar (USD)
34.75
Euro (EUR)
36.52
Gram Altın
2950.32
BIST 100
9878.03
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Ocak 2013

Bin yıl sürecek olan 28 Şubat mı yoksa?

28 Şubat'ın kibirli paşalarından Hüseyin Kıvrıkoğlu'na aitti; "28 Şubat bin yıl sürer" aforizması. Neden bin yıl sürer diye soracak olsaydınız, "biz b/öyle istiyoruz da ondan" diyeceklerdi. Çünkü bunlar kendilerini her işe muktedir, la yus'el/ sorgulanamaz/ dokunulmaz makamlarda görüp asırlara hükmedebileceklerine inanıyorlardı.

Başta Çevik Bir olmak üzere bu paşalar 'asr'ın/zamanın sahibine o kadar yabancı kalmışlardı ki toplumsal sünettullahı hiç bilememişlerdi. Aynı zamanda toplumun inanç kodlarına, demografik yapısının değer oluşuna da gafildiler Bir'ler. Yoksa bu denli hadsizlik nerede görülmüş?

Onlardaki enaniyet ve kibir kendilerini, güçlerini abartmakla alakalı olduğu gibi tarihe, topluma ve toplumsal değişim ve dönüşüme de yabancı kalmalarıyla da ilgiliydi. Toplumun tarihteki yürüyüşünün/seyrinin ilelebet güçlü zalimlerce belirlenebileceğini düşünenler, kendilerinden önceki zalim tiranların (Firavun, Nemrud, Şeddad ve bunların sair takipçileri) geçmişte "nasıl bir inkılapla devrildiklerini" de bilmiyorlardı.

Aslında bunları pervasızlığa ve yanlışa sevk eden diğer bir saik, ürettikleri korkuların toplumu ilelebet sindirebileceğine inanmalarıydı. Dedik ya, 'toplumsal yasalar'dan bu kadar habersiz olanların bütün plan ve projeleri, bütün toplum mühendislikleri güdük kalırdı.

Cumhuriyetle beraber üretilen korkular da, 28 Şubat'ı bin yıl sürdürmek için ürettikleri korkular da halk tarafından kabul görmemişti. Bu korkular;

u00b7 İrtica/mürteciler geliyor,

u00b7 Bölünüyoruz korkularıydı.

Halkı bu uyduruk retorikle meşgul edip devlet kademelerinin en hassas noktalarını bir bir ele geçirenler, devlet içinde devlet yapılanmasıyla, İttahad ve Teraki'den gelen derin geleneği yeni cumhuriyetten ve devletten daha güçlü hale getirdiler. Vatandaşını inancına, ırkına, mezhebine, siyasi eğilimine, kılık kıyafetine, sermayesine, özel hayatına göre fişleyip kategorize ettiler:

u00b7 Bizden olanlar: Bunlara da güvenilmez

u00b7 Kriminal halk: Bunlara göz açtırılmamalı

u00b7 Krimine olma ihtimali olanlar: Bunlar sürekli baskı altında tutulmalı

Böyle abuk sabuk düşmanlıklar üreten devlete büyük devlet, demokratik devlet, hukuk devleti demek mümkün mü?

On yıllarca bu 'üretilmiş korkular' bahane edilerek halkın kanını emenler bu tiranlardı. Kendi halkının (Türkü ve Kürdüyle) çocuklarını, hem de onlarca yıl öldür(t)erek hepimizin beraberce, kardeşçe, huzur içinde yaşamamıza engel oldular.

Ama bu ekabirlerin ve bugünkü temsilcilerinin bilmedikleri önemli bir husus vardı;

Kürtlerle Türkler 942 yıllık doyumsuz bir kardeşlik yaşamışlardı ve bu beraberliklerinin bir benzeri dünya halkaları arasında daha önce hiç yaşanmamıştı.Malazgirt öncesine dayanan kardeşliğin kesintisiz devam ettiğini bilmedikleri için! "bölündük, bölüneceğiz" paranoyasıyla -zaten Osmanlının yıkılışını ve sebeplerini unutmamış halkı- bu korkuyla yaşatıp sahip oldukları zulüm mevzilerini sağlamlaştırdılar.

En acı olanı, Kürtlerin cumhuriyetten sonra inkar edilmeleriyle başlayan Şeyh Said Palevu00ee hareketi ve sonrası gelişmeler. Kardeşleri düşmanlaştırmak için devletin bütün imkanları seferber edildi. Daha sonra, temenni ve tasvip etmediğimiz PKK süreciu2026 Binlerce insanımızın hayatını kaybettiği bu süreçte sorunun hakkaniyete uygun şekilde çözülmesi için defalarca adım atıldı. Gelin görün ki kardeşlik ve beraberlik için atılan adımlar hep bu kontrolsüz güçler/derin devlet/ETÖ ve derinPKK tarafından sabote edildi. Bingöl baskını, Genç'te tren saldırısı, Silvan baskını, Uludere/Roboski saldırısı ve daha pek çok eylemin atılan olumlu adımları sabote etmeye yönelik olduğu biliniyor.

Daha sonra 2009'da PKK militanlarının Kandil'den Habur'a sembolik dönüşleri gerçekleşti. Halk 'artık çocuklarımız ölmeyecek, artık korku ve kabus bitti' diye bu dönüşe sevinirken, derin güçler onuruna düşkün halkımızı 'onurunuz zedelendi, PKK zafer ilan etti, büyük devletimizi yendiklerini ilan edip kutladılar" diyerek provoke etti ve maalesef sürece devam edilemedi. Habur sürecinin devam etmemesinin tek müsebbibi bu derin güçler değildi elbet. PKK-KCK içindeki derin güçler de bu sürecin devam etmemesi için çok uğraşmışlardı.

Şimdi ise Habur sürecinin üzerinden dört yıl geçti ve bu dört yılda binlerce evladımız öldürüldü, yersiz, gereksiz ve birileri istedi diye.

Bugüne geldiğimizde, Sayın başbakan büyük risk alarak kardeşliği, bin yıla yakın süren beraberliğimizi taçlandırma adımını attı. Öcalan da İmralı'dan "bu sürecin kaçırılmaması gerektiğini" söyleyince yeniden umutlandık. Ancak, daha önceki tecrübelerden dolayı herkeste tedirginlik hakimdi. Zira bu sorunun asla çözülmesini istemeyenler var,

Sorunu çözme başarısı ve çözme onurunun bu hükümete mal olmasını istemeyen kesimler, güçler var.

Ak Parti bu sorunu çözüp Türkiye ve dünya tarihine altın harflerle geçmesin diye sinsi planlar kuranlar var. Neticede bu güne kadar atılan bütün adımlar provoke edilmiş ve süreç sekteye uğratılmıştı. Bu yüzden Sayın başbakanın ve akabinde Öcalan'ın olumlu açıklamalarına bir yandan sevinirken, öbür yandan da yürekler ağızlarda bekliyorduk;

Bu süreci kim, nerede ve nasıl sabote edecekti?

Ve gecikmeden hiç beklenmedik yerde, Fransa'da ilk provokasyon meydana geldi. Paris'in göbeğinde ve Fransa istihbaratının gözleri önünde PKK'nin kurucularından Sakine Cansız ve PKK'li 2 kadın Kürt öldürüldü. Bu cinayetleri süreçten rahatsız olanların işlediğini herkes tahmin etmişti. Cinayetlerden sonra gelen ilk açıklamalar biraz olumsuz olsa da, sonradan oyunun büyüklüğünü fark eden sözcüler yapıcı açıklamalarla tedirginliğimizi azalttılar. Sadece cinayetlerle istediklerini elde edemeyeceğini düşünen güçler, cenazelerin Türkiye'ye getirilişinde ve cenaze merasimlerinde meydana gelecek (belki 'meydana getirmeyi tasarladıkları provokasyonları' demeliydim) olan provokasyonlarla sürecin tıkanacağını hesaplamışlardı.

Doğrusu pek çok kesimin aksine cenaze merasimlerinde herhangi bir provokasyonun olmayacağına, olası bir provokasyonun da süreci kesintiye uğratmayacağına inananlardandım. (Maalesef bu süreçte 'provoke olmaya hazır, teşne' olduğumuzu bir kez daha gözlemledim)

Elhamdulillah korkulan olmadı, cenazeler sorunsuz kaldırıldı. Diyarbekir'deki cenaze merasimini baştan sona beraber takip ettiğimiz gazeteci dostlar törendeki olgunluğa, halkın ve konuşmacıların müzakerelere verdiği öneme tanık oldular.

Artık geldiğimiz bu noktada sorumluluk makamındaki herkes müzakerelerin kesintisiz ve sağlıklı yürümesi için avuçlarını açık tutmalı, taşlarını yere bırakmalı ve diline şerbet sürmeli. Bu saatten sonra müzakere sürecinin sürdürülmemesi için bahane yok ve kardeşlerimizin akacak kanı kalmadı.

Allah nasip eder de bu süreci arzu ettiğimiz gibi hakkaniyetle çözersek bin yıl sürecek olan 28 Şubat değil, "bin yıl daha sürecek bir Türk-Kürt kardeşliği ve beraberliği" olacaktır.

Twitter: @ahmetay_