BİN AH 'IŞİD'MEK
Çağdaş İslam düşüncesinin önemli sorunlarından birisi "kök (süzlük)" ve/veya geleneklerle olan ilişkisidir. Bunu özellikle modernleşme/batılılaşma tarihimiz süresince farklı boyutlarıyla ve farklı tartışmalarda izledik. Batı karşısında İslam dünyasının kesin yenilgisi, modern bir zihinle İslam'ın/fıkhın yeniden üretilmesini sonuçlamıştır. Nihayetinde bilimsel tefsir akımlarından, İslam'ın hurafelerden temizlenmesi söylemine kadar çok geniş bir tayf içerisinde gelenek ve köklerle ilişkileri bir problematik olarak yaşadık.
Osmanlı İslamcılarının bu yenilmişlik karşısında "Kur'an ve Sünnet'e dönüş" söylemleri, aslı itibarıyla İslam ve müslümanlık arasında pratikte bir ayrım yaparken, İslam'ın evrenselliğini ve orijinalliğini vurgulama bağlamında İslam'a güven ile Batı'nın tartışılmaz üstünlüğü arasındaki gerilim noktasında pragmatik ve aynı zamanda baskın kültürün içinden İslam'ı yeniden üretme pozisyonuna hayatiyet kazandırıyordu. Kur'an ve Sünnet'e dönüş söylemi, pratikte Batı karşısındaki yenilmişliği telafi etmek üzere tarihi ve geleneği otomatik olarak problematik alana dönüştürüyordu. Asli referans noktası, yeniden bir üstünlüğe atıfta bulunurken, tarih ve gelenek bir sorunsala dönüşüyordu. Burada merkeze çekilen şey güç ve iktidardı. Gelenek ve diğer müktesebatlar ise, asli, referans noktasına göre tamamen ihmal edilebilir ve duruma göre yok sayılabilir bir nitelik de kazandı. Gelenekleri okuma, bir problem olarak bu tarihsel sürecin vazgeçilmez tartışması oldu.
Özellikle son 20-30 yıldır başörtüsü tartışmaları bu konuda iyi bir örnek sunmaktadır. Önce Sünnet'i Kur'an'dan yalıtarak, Kur'an-ı Kerim'i soyut bir okuma objesi kıldılar. Sonra Kur'an'a bakarak başörtüsünün farz olmadığını ifade ettiler. Mesela; Yaşar Nuri Öztürk bu konuda en tipik örnektir. Dönemin iktidar ilişkilerinden asla bağımsız olmayan bu fıkhi üretimin yapısalcı ve post-yapısalcı analizlerini bir kenara bırakırsak, böyle bir ictihadın (ki burada Mevrid-i Nassda ictihada mesağ yoktur mecelle ilkesini ayrıca hatırlamalıyız) geleneklerle ciddi problemlerinin olduğunu belirtmeliyiz. Yani Kur'an'da varolan böyle bir hükmün tarih boyunca geleneklerde nasıl bir uygulama bulduğunu hiç göz önüne almadan ve bu geleneği yok sayarak, ortaya modern bir okuma biçimi sunulmuştur. Öztürk zaten, birçok verdiği hükümde, Kur'ani nassları sanki 1400 yıldır kimse anlamadı da sadece kendisi anlıyor gibi bir tavırla hareket etmiştir. Aslında kendisini de vareden geleneği, yani müktesebatı sıfırlamıştır; tabii geldiği noktada kendisi de sıfırlanmıştır.
Şimdi Işid'i de bu bağlamda okumamız gerekmektedir. Bir kere Işid, aniden yükselmiş bir oluşumdur ve kökü yoktur. Güvenlik, gündelik hayatın devamı, asgari ihtiyaçların temini vb. sosyolojik koşullar Işid'in oluşumunu hızlandırmıştır. Işid'e bölgede madur olan insanlar daha fazla katılmaktadır. Hatta daha önce hapishanelerde işkence görmüş ve bu bağlamda intikam duyguları baskın insanların da aralarında bulunduğu bir gerçek. Diğer yandan özellikle Batı'dan Işid'e katılımlarda da, dinle henüz köklü ilişkiler kuramamış, daha fundamentalist algıların etkili olduğunu bize gösteriyor.
İçinde bulunduğumuz küresel dünyada, adaletsizliğin derinleşmesi karşısında dinsel yüzeyselliğin de yaygınlık kazanmaya başladığını görüyoruz. Din bu adaletsizlikleri halledebilecek yegane fenomen olarak bir beklentinin konusu haline gelirken, dinsel algılamalar da bu sorunlarla başetmek üzere yüzeyselleşip manipüle edilmektedir. Henüz dinle sağlıklı ve derin ilişkiler kuramamış kitlelere "hilafet" ve "hakimiyet" ilk elden kolaycı bir yol gelmektedir. Bir takım yasaklar ve cezaların uygulanışı da, onların "İslami" olduğunu garanti etmektedir (!) Düşünebiliyor musunuz, eline biraz güç geçiren bazı İslami hareketlerin ilk yaptıkları şey, hilafeti ilan etmek. Bu bile tek başına, bu işin ne kadar tarih, gelenek ve bilgiden yoksun ve tutarsız olduğunu anlatmaya yeter. Ama özellikle Batı'dan eziyet görmüş, ruhen ve madden kendisini ezik hisseden heyecanlı gençleri çok kolaylıkla cezbedebiliyor.
Şunu peşinen belirtelim ki, sonunda tüm insanlığı kapsayacak, onlara şefkat ve merhametin kolları arasında yol gösterebilecek bir medeniyet projesi olarak takdim edilecek İslam, asıl, gelenek ve müktesebattan kopuk ve onunla problemli olmaz. Tabii ki, geleneksel olan eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Ama bu geleneği yok sayarak olmaz. Kökü ve geleneği olanlar, bir vasat Ümmet" olmanın yollarını ararlar; hem ferdi hayatlarında hem de kolektif yaşamlarında.
Ünlü mottoyu tekrar edelim; Geleneği olmayanın geleceği olmaz.
Not: Tüm İslam u00c2leminin kurban bayramını tebrik eder; Cenab-ı Halk'tan (CC) huzur dolu günler niyaz ederim.