Bilinç
Ebu Akil (r.a.) Medineli Müslümanlardandı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir sefer hazırlığı için Müslümanları infaka, orduyu donatmaya davet edince, malının yarısını; büyük bir kısmını getirenler oldu. Verecek bir şey bulamadığı için hüzünlenenler oldu. Ebu Akil (r.a.) verecek bir şeyi olmayanlardandı. Sabaha kadar ücret karşılığı başkasına ait hurma bahçesinde çalışmış ücret olarak aldığı iki sepet hurmanın birini çocuklarına bırakmış, diğerini de infak etmek üzere getirmişti.
Çok mal bağışlayanları gösteriş yapıyorlar diye alay konusu yapan münafıklar, Ebu Akil (r.a.) gibi gücünün ancak yettiğini getirenleri de dillerine doladılar. Zaten iş yapmadan, yapanları eleştirmek; manevi değerleri alay konusu yapmak münafıkların karakteriydi. Tarih boyunca böyle oldu şimdi de olmaya devam ediyor.
Cenab-ı Hak (c.c.) Ebu Akil ve onun gibi olanların samimiyetini indirdiği ayet-i kerimeyle tescilledi: “ Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan müminlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu azap vardır.” (Tevbe, 79)
Hz. Peygamber (a.s.)’ın vefatından sonra Hz. Ebubekir(r.a) döneminde peygamberlik iddia eden yalancı Müseylime’nin üzerine gönderilen ordunun içerisinde sözünü ettiğim Ebu Akil de vardı. Sol tarafından yaralanmış, durumu ağır çadırda yatıyordu. Bir ara dışarda “ Neredesiniz Ensar!” diye bir ses duyuldu. Zayıflık gözüken bölgeyi tahkim etmek üzere Müslümanlar orada toplanmaya çağrılıyordu. Ebu Akil (r.a.) gözlerini açtı. “ Beni çağırıyorlar!” dedi. Çevresinde bulunanlar, bu haliyle ayağa kalkamayacağını, savaşamayacağını söyleseler de o kalktı, sağ eline kılıcını alarak yürümeye başladı. Yarısı kopmuş sol elinin kendisine engel olduğunu fark edince, elini yere koyup ayağıyla üstüne basarak sol elini vücudundan ayırdı. İnsanın anlamakta zorluk çektiği bu davranışı sonrası savaşın Müslümanların zaferiyle neticelendiğini de öğrenmenin manevi huzuruyla “Elhamdülillah” diyerek ruhunu teslim etti.
Aradan yüzyıllar geçtikten sonra neredeyse aynı sahnenin Çanakkale’de yaşandığını bir komutanın hatıralarından öğreniyoruz: Komutanım, diye bir ses duydum. Arkama döndüm ki Ali Çavuş. Elindeki çakıyı bana uzatıyor ve isabet eden bir şarapnel parçasının parçaladığı sol kolunun kalan kısmını kesmemi istiyor. Mecburen istediğini yaptım diyor komutan.
Bu gün 18 Mart. Çanakkale’de bedenleriyle duvar örerek düşmanın vatanı işgalini engelleyen yüzbinlerce şehidimizi rahmetle andığımız gün.
Yüzlerce yıl önceki Ebu Akil ile Ali Çavuş’u aynı şekilde davranmaya götüren bir ruh var.
Bir bilinç…
Önemli olan bu bilince sahip olmak ve bu bilinci çocuklarımıza aşılamak.
Kur’an-ı Kerim’de, ahirette insana dünya hayatının gündüzün bir bölümü; kuşluk ya da akşam vakti kadar geleceğini anlatır Rabbimiz…
Bu kadar kısa süre, cenneti kazanmanın da tek fırsatı…
Hırsların peşinde, nefsin esiri, şehvet ve şöhretin kölesi olarak telef edebileceğimiz bir hayat değil dünya hayatı…
Tekrarı yok, pişmanlığı yok, telafisi yok…
Hayatı anlamlı kılmak; gerektiği zaman şehadetle, fedakârlıkla, adanmışlıkla…
Rabbim şehitlerimize rahmet eylesin.
Bizlere de onların emanetini mahşerde yüzlerine bakabileceğimiz bir bilinçle taşıyabilmeyi nasip etsin…