Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2420.55
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Bilgisizlik Hastaneleri

Bir zamanlar inancın, ahlakın, hayat ve ölüm bilgisinin kalbi olan okullar küçüle küçüle bir eksiği gidermenin, kısa süreliğine yan yana gelmenin, can sıkıntısını ortadan kaldırmanın –veya bulaştırmanın- ortak mekanlarına dönüştürüldü. Sadece özel ve öznel bilgi alanlarına yönelik değil hayatın bütününe hitap etme potansiyeli bulunan medreseler, mektepler, maarifler, talebeler önce kavram olarak içimizden sökülüp alındı, ardından düşünce biçimi ve işlev alanı olarak büsbütün tedavülden kalktı. Onları çağın ruhuna uygun hale getirip kültürün, medeniyetin, sanatın, bilimin, aydınlanmanın yaratıcı mahfillerine dönüştürme refleksini bir türlü gösteremedik ve elimizde kala kala güdükleşmiş, çapsız, vizyonsuz, geçmişini hatırlamayan, bugününü okuyamayan, geleceğini sezemeyen, çağı ve geleceği anlamayan zayıf ve miyop gözleriyle olsa olsa etrafına göz gezdirme itiyadı gösterme fiyakasıyla kabaran, yaratıcılıktan uzak, olanı bile olması gerektiği miyara vuramayan, nakilci, ezberci, tercümeci üniversiteler ile ne doğru dürüst bir müfredatları ne adamakıllı ders kitapları ne de kendini işine adamış yetkin öğretmen kadrosuna sahip olmayan orta öğretim okulları kaldı. Türkiye’de eğitim tam bir enkaz ve her yönüyle dökülüyor. Ne hayatı doğrudan ve dolaylı anlayabilecek şifreler sunabiliyor ne de dürüst insan yetiştirmenin formüllerine sahip. İşte öyle, geldiği gibi, “saldım çayıra Mevla’m kayıra” misali bakanlar değişiyor, bürokratlar değişiyor, zihniyet orada, olduğu yerde, olduğu gibi kalıyor. Gelen her bakan daha ilk açıklamasında “sistemi sil baştan değiştireceğiz.” diyor, siliyor ama yerine yenisini koyamıyor. Hem orta hem de yüksek öğretimimizin bu haliyle öncekilerin karaladığını sonrakilerin sildiği bir “palempsest” tahtasına benziyor. Başı sonu belli olmayan, yargı üretemeyen, hiçbir cümlesi ışıldamayan, bakıldığında bırakın menzile çağırmayı, istikamet belirlemeyi, ufuk çizmeyi, dayak yemiş hissi veren karman çorman bir sistem işte… Okul ve üniversite sayısı artınca nitelik artmak yerine merkezini kaybediyor, merkezden uzaklaşıp fraktal bir virüse dönüşüyor.

Doğrusu bu haliyle bile, kağnı misali yalapşap devam eden, kapalı devre işleyen, dışarıyla rekabet etmesi mümkün olmayan ancak yerellik kokusuyla en azından içeride kendini tatmin ve ikna edecek ufak tefek vasıflara sahip bir eğitimden bahsedilebilir. Her tarafı yaralı bereli, yamalı bohça görüntüsüyle bile eh işte dedirtecek, günü güne ekleyecek bir tarafı var. Amaçsız, sistemsiz, koordinesiz, algoritmasız, analitikten uzak ve son derece savruk görüntüsüyle içi boşaltılmış, dışarıdan bir şeye benzeyen, her an çökecekmişçesine tıknefes yürüyen ama biraz uzaktan bakınca biraz daha yaşayacağına dair izlenim de veren eklektik, dikişli, her yanından protezlik fışkıran bir eğitim sistemi vesselam… Bununla birlikte yakında bu sistemin de tarih olacağı, tek belirgin özelliği olan yerelliğinin küresel akışın altında kalacağı, önce kavramlarının yani ruhlarının, sonra da kurumsal yapılar ile binalarının yani bedenlerinin silinip gideceği gün gibi ortada.

Okullar zaten ne vakittir hayata ve ölüme dair bilgiyi öğretmiyordu. Ne vakittir içinde yaşanılan çağ ve topluma dair bir inanç ve ahlak telkin etmiyordu. Ne vakittir insan ile insan arasındaki ilişkinin gramerine, insanın toplum içindeki yerine ışık tutmuyordu. Hayattan kopuk, tamamen soyut bilgileri yüklemenin somut mekanı idi. Belki tek kazancı teneffüslerde çocukların oynadıkları oyunlar üzerinden geleneğe dair bazı ritüellerin güncellenmesiydi. Bilgiyi “üretme” ve “içselleştirme” yollarından ziyade onu “taşıma” görevi üstlenmişti. Ne yazık ki artık o bilgi akışının mekanı olmaktan da çıkacak okullar. Yakın bir zamanda kendisine hiç uğranılmayan, teneffüslerinde nefes alınmayan, en azından bilginin alınıp satıldığı pazar işlevini ifa etmeyen metruk binalara dönüşecekler. Küresel kovit salgınının uzaktan öğretime mahkum ettiği bu binaların bahçeleri muhtemelen büyük şehirlerde yer darlığından mütevellit otoparklara, kullanılmayan sınıfları da yine muhtemelen atalet ve ithalata meftun ülkemizin ithal ve atıl mamullerinin ambarlarına dönüşecek. Eğitimin paralı olması gerektiğine yönelik yaklaşımların güç kazandığı bu süreçte tekrar açılması meçhul tarihlere ertelenen okulların ruhları zaten bir işe yaramıyor, hiç olmazsa bedenlerinden yararlanalım mantığıyla böylesi bir işlevle donanmaları kuvvetle muhtemel. Belki ilham verir diye söylüyorum, yazları düğün salonu, sünnet töreni olarak, kışları doğum günü, mezunların buluşma partileri benzeri etkinliklere de ev sahibi yapabilir bu binalar.

Bu haliyle okullar artık akıl ve ruh sağlığının ışıldadığı kutsal mekanlar değil, olsa olsa bilgisizliğin hastanelerine dönüşmüştür. Pencerelerinden bilginin ışığı değil bıkkınlığın, usancın, esnemenin, ataletin ve “akşam olsa da evimize dönsek” psikolojisinin mat gölgesi yansımaktadır. Modernleşme insan ile ilgili ne kadar doğal haslet varsa hepsini bir şekilde hastaneyle buluşturdu ve insanı diri bir özne olmaktan çıkararak hastalıklı bir nesneye dönüştürdü. İnsan hayat karşısında konumlanmış ve onu dönüştürecek potansiyeli olan bir irade olarak düşünülmüyor artık, daha doğar doğmaz bir hasta olarak kabul ediliyor. Doğmuş olmanın kendisi, yaşamış olmanın ve hatta ölümlü olmanın kendisi bile bir “hastalık” olarak görülüyor. Ve bu hasta düşünce ve bu hastalık hali bütün dünyayı sarmalamış, kendi psikolojisini insanların yekününe teşmil etmiş durumda. Öyle ki bir topluma hastane mi okul mu tercihi sunulsa ezici bir çoğunlukla hastanelerin okullara tercih edileceği bir iç dünya kurgusuyla karşı karşıyayız.

Nerden, nereye? Milli Mücadelesini verirken bile okullarını kapatmayan bir anlayıştan, stadyumları, güzellik merkezleri, AVM’leri, velhasıl her tarafı açık, sadece okulları kapalı bir anlayışa evrilen güzel ülkem… Şimdi açık, sonra belki hemen kapalı…