Bilgi ile temellendirmek
Müslüman toplumların, modernleşme süreci ile periferide kalmaları mevcut halleri ile yeni duruma cevap verebilme kapasitesinin düşmesi sebebiyledir. Bugün de hala gerek kendi sorunlarıyla gerekse dünyadaki diğer paradigmalarla başa çıkabilecek bir öneri sunabilmiş değildir. Bunun birçok sebeplerini zikretmek mümkündür ama bugün özellikle bir sorun üzerinde duracağım; inancın bilgi zannedilmesi ve iddiaların tüm insanların ortak kapasitelerine hitap eden bilgisel süreçler üzerinden temellendirilmemesi.
Mü’min olmak belirli inanç umdelerine inanmayı gerektirir. Söz gelimi; Allah’a (CC) inanırsınız ama bu inancın vahiy dışında bilgi ile temellendirilmesi söz konusu değildir. Elbette bir mü’min “enfüs” ve “afak”ta bazı “âyet”leri kendi imanı için işaretleyebilir. Ama bu bir bilgi ile temellendirme değildir. Bilgi ile temellendirmenin olabilmesi için, tüm insalarda ortak bilgi kategorilerinden hareket etmelisiniz.
Nihayetinden dünya ölçeğinde birçok din söz konusudur ve bu dinlerin farklı Tanrı düşünceleri vardır. Farklı din mensuplarının kendi inançlarını merkeze almaları ve doğru kabul etmeleri tabii ki doğaldır. Ancak bunun, farklılıkların varolduğu bir toplumsal düzende diğerlerinin üzerinde egemenlik kuracak ve kendisini ifade edemeyecek derecede merkezileştirilmesi doğru değildir.
Bu temel inanç umdelerinin ötesinde dinlerin mü’minleri için önerdiği (emrettiği) bazı ilkelerin de, modern zamanlarda Müslümanlar tarafından sadece iktibas edilerek hiçbir bilgisel temellendirmenin yapılmaması esas problemdir. Söz gelimi; “faiz doğru değildir” ya da dini jargonla söyleyecek olursak “faiz haramdır” âyetini zikrettikten sonra, tüm dünyanın bu hakikate şeksiz şüphesiz inanması beklenmektedir. Halbuki İslam’a inanmayanlar için “faiz haramdır” ifadesi bir önermedir. Müslümanlar faizin niçin doğru olmadığını, öncelikle ekonomi bilimi içinde temellendirmek durumundadırlar. Bu ise insanların ortak bilgi kategorileri üzerinden konuşmayı gerektirmektedir.
Müslümanların tavrı birkaç problemi deşifre etmektedir. Birincisi, inancını bilgi diye sunmaktadır. İkincisi, inancını temellendirmeden mutlak hakikat iddiasında bulunmaktadır. Üçüncüsü, böyle bir dilin insanlarla evrensel tartışma gerçekleştirmesi ve ilmi gelişmeleri beslemesi söz konusu değildir.
Bugün Müslüman ülkelerde, adaletten insan haklarına kadar listesi uzatılabilecek temel problemlerinin derinleşmesinin sebeplerini burada aramak lazımdır. Söz gelimi; “insan hakları” kavramın zikredildiği andan itibaren bunun Batı’ya ait bir problem olduğu dillendirilmekte, hatta insan haklarına müracaatın bir sekülerleşme göstergesi olduğu zikredilmektedir. Halbuki öncelikli gerçekliğimiz Müslüman toplumlarda insan hakları konusunda problemlerin olduğudur. Bu, bizim insana bakışımız ve onu tanımlayışımızla ilgili bir sorundur. Fakat bu sorunu kabul etmek yerine, “Allah insanların haklarını vermiştir” gibi genel bir ifadeyle problemin çözüleceği varsayılmakta; aslında sorun ertelenmektedir.
Meselâ; Müslüman toplumların Batı’da modern zamanlarda içeriklendirilen insan tanımları konusundaki cevapları nedir? İslam’ın insan felsefesi nedir? Bugün haklar ve özgürlüklerle ilgili sorunları nasıl çözeceğiz? Bu gibi sorulara cevap verecek bilgisel temellendirmeler yapılmadığı sürece, en azından sorunların çözümünde bir yol haritası olmayacak. Bu durum, aynı zamanda müslümanların niçin retoriğe saplanıp kaldığını da açıklamaktadır. Kur’an-ı Kerim, muhataplarından “burhan” düzeyinde delillerini isterken, müslümanların kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyenlere cevabında bu bilgi düzeyine yaklaşmaması oldukça düşündürücüdür.
Bilmek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim ortaya attığı iddialara dair delillendirmeleri insanda karşılığı olan “afak” ve “enfüs”teki tüm bilgisel kategorileri kullanarak yapar. Doğrulama için hiçbir şekilde kitaba referansla totoloji yapmaz.