Bilgi-Eylem İlişkisi
İslam Metafizikçileri, ilahi plandaki bilgi-eylem ilişkisini o kadar “Bir”lemişler ki “Allah’ın (cc) bilmesi yaratması/yapmasıdır” demişlerdir. El-Âlim, “O kendini bildi, bilgisi yaratmaya dönüştü” diyerek, “Âlim-ilim-malum” ayrılmazlığını dile getirmişler.
İlahi plandaki “Bir”liğinden dolayı bilgi-eylem ilişkisine alem ölçeğinde bir nev’i
“zorunluluk” atfedilmiştir. Bilginin yaratmadan
farklı olmadığı, beraberinde “zorunlu olarak” eylemi gerektirdiği kabulü
-gerekçeleri farklı da olsa- İslam Metafizikçileri arasında neredeyse
ihtilafsız kabul edilmiştir.
(Bilgi-eylem derken,
iman-amel ilişkisinden farklı bir mevzuyu tartıştığımızı ifade etmeye gerek var
mı?)
İslam Metafiziğinin en
önemli konusu olan esma-halkiyyet ilişkisinde olduğu gibi bilhassa Neoplaton’cu
felsefede “bilgininyaratmadan bağımsız
olamayacağı” tezi “tenakuz” ve “determinist
dayatma”gerekçesiyle
kimi modern felsefi akımlar tarafından eleştirilmiştir.
Platon’a kadar uzanan
bilgi-eylem ilişkisi bu gelenekte daha sistematik bir şekilde işlenmiştir.
Eylemi bilgiye kanıt olarak gören bu gelenek, “eyleme geçmeyen bilgiden söz edilemez” der. İslam metafiziği (tasavvuf) geleneğinde de merhameti, adaleti
bilen birisinden merhamet ve adalet sadır olmuyorsa burada tenakuz vardır.
Aynı şekilde İbn Arabi
geleneğinde bilgi ahlaklanmadır, ahlaka
dönüşmeyen bilginin varlığından söz edilemez. Keza ahlaklanma yeni bilgiye yol açar. Yeni
bir bilgiye ulaştırmayan ahlak da yeni bir ahlaka taşımayan bilgi de “kusurlu” görülür. Bu yüzden tahalluk ve bilgi birbiri
için gerekçe ve belgedir.
İlk dönemden itibaren İslam
geleneğinde “bilgi
ameli gerekli kılar” ilkesi
cumhurun kabulüne mazhar olmuştur. Bunu, Resul-i
Ekrem’in (sav):
Allah’ım!
Yararı olmayan ilimden sana sığınırım,
duasına bağlayanlar vardır ki
bunlara hak vermemek pek mümkün görünmemektedir. Yararsız ilim şer olarak görülmüşse
bunun açıklamasını, “Allah’ın bir bilgi ile saptırdığı kişi…”lafz-ı celilesindebulmuşlardır.Kimi ayetlerdeki müphemliği soranlara öncü
sahabenin, “Siz
bildiklerinizle ne amel ettiniz ki bilmediklerinizden soruyorsunuz?” diyerek bilgi-eylem ilişkisine dikkat
çekmişlerdir.
Bu yüzden kimi tasavvuf
ehli bilginin ahlaka dönüşmemesini yadırgamış hatta bunu ihlas yoksunluğu
olarak görmüşlerdir. Cüneyd-i Bağdadi (rh) gibi öncü şahsiyetler bilgiden ziyade
amele (eylem) önem vermişlerdir. İlk dönemden itibaren metafizikçi sufiler, ameli halisane olanın
bilgisinin de sahih olacağı kanaatine
varmışlardır. Haris b. Muhasibi meseleye başka bir boyutta bakarak bilgiden
iktidar devşirmenin önüne geçmeye çalışmıştır.
Muhasibi, bilginin en
kudretli güç olduğunu görmüş ve bu güç üzerinden iktidar devşirmenin önüne
geçmeye dikkat çekmiştir. Çünkü bilginin, iktidar için en vazgeçilmez unsur
olan insan desteğini almanın en kuvvetli argümanı olduğunu görmüştür. Muhasibi, bilginin aynı zamanda paye ve itibarın elde
edilmesinin de yolunu açtığını dikkatlere
sunmuş ve bununla mücadeleyi övmüştür.
Her ne kadar filozoflar: düşüncenin sınırlanamayacağını, hayale
ve dolayısıyla zihne hudut çizilemeyeceğini, söylemiş
olsalar da bu, bilginin eyleme dönüşmemesini
Platon’un varsaydığı ölçüde yadırgamamak anlamına
gelmez.
İmam Şafii’nin ilimleri “din ve beden
ilimleri” olarak
ayırmasının gerekçesi ilim-amel ilişkisi ile alakalı olabilir mi? Şayet bu
tasnif, anladığımız şekliyle ameli, “bilginin devamı, yeni bilginin kapısı” olarak görmek ise son derece isabetli
bir tasnif olmuş olur.
Muhiyiddin İbn Arabi,
Allah’ın (cc) halifeleri olan insanların, “Allah’a benzemelerini”n, Allah’ın ahlakıyla
ahlaklanmalarının gerekli olduğunu söylerken: Allah’ın ilmi yaratmasıdır, ilkesince kullarının da bilgiyi eyleme dönüştürmekle (bu
ahlaklanma ile) “benzeme”yi
gerçekleştirebileceklerini vurgulamıştır.
O zaman
ilim/bilgi-amel/eylem ilişkisinin diğer ayağı olan “amel-eylem” ile kastedilen nedir, sorusu
cevaplandığında ilim-amel ayrılmazlığını daha iyi kavramış oluruz.
Avamî olarak İslam
geleneğinde “amel” namaz, oruç, zikir (çekmek) vs (salih amel) olarak
kabul görmüş ise de esasında Kelamcılar ve Sufi Metafizikçiler konuyu bu
sığlıktan kurtarmışlardır:
Amel, kulluktur, kulluk da
Allah’ı “bilmek”tir. Bildikçe sever, sevdikçe O’nun bilgisine ve O’na
(cc) kul olmaya doyulamaz.
Bildikçe beden de ruh da
akıl-kalb-düşünce de O’nu arar (ZİKR/İBADET).