Bİ SELFİE ÇEKİLELİM Mİ?
Her kültür, kendi değerleri ile var olur. Kültürün devamlılığını sağlayan değerlerinin varlığıdır. Kalıcı kültür için temel yapı taşı olan değerler, toplumdan topluma kavram farklılıkları ile karşımıza çıkmış olsa da temelde aynı noktayı vurgular.
Postmodern bu toplumda kültür farklı bir hale evrilerek
dijitalleşmeye başladı. Kendi çağının gerçekliği içerisinde yeni normlarla
karşımıza çıkan kültür, varlığının idamesi için de yeni değerleri doğurması gerekir.
Dijital kültürün yeni değerleri için sanal âlem, takipçi sayısı, selfie, cep
telefonu, internet, like sayısı, sosyal medya gibi kavramları sayabiliriz.
Fiziki arkadaşlıkların yerini sanal arkadaşlar aldı, mevsimsel oyunların yerine
sanal gerçeklik ile arttırılmış oyunlar ikame edildi, toplumsallık yerine
bireysellik konuldu ve bunun da adına özgürlük denildi ve dahası, dahası...
Bu çağın en büyük depresif hallerinden biri de farkında
olunmaktır. Herkes tarafından görünür ve kabul edilebilir olmak. Kendin
olmaktan ziyade görünür olmak. Ne olduğunun, nasıl olduğunun önemi yoktur.
Görünür olmak yetmektedir. Kalabalıklar içinde görünür, fark edilir olmak.
Öznesi olduğumuz hayatın, nesnesi olmayı talep ettiğimizden
beri yüklemlere boğulduk. Kendimizi zigon sehpanın üzerindeki bir biblo olarak
görüyoruz. İşlevsel olmaktan ziyade estetik, daha doğrusu görsel olarak güzel
görünmek ve göstermek istiyoruz. Bunun için de kendin olmaktan ziyade nasıl
göründüğünün önemli olduğu fikrine ram oluyoruz.
Başrol olduğumuz oyunda bir resim karesine kendimizi
hapsederek figüran olmayı tercih ediyoruz. Bir resim karesi kadar hatırda
kalmak için kaç takla attığımızın hesabını tutmak dahi zül geliyor bize. Oysa
reelimizi en ihtişamlı pozların arkasına gizleyerek daha gerçekçi olacağımızı
düşünerek hakikatten koşar adım uzaklaşmaya başladığımızı fark etmiyoruz.
Bu çağın en büyük hastalıklarından biri de ‘selfie’ denen ‘öz çekim’ ya da nam-ı diğer ‘görçek’
olsa gerek. Görünür olmanın en kolay yolunun cevabının ne olduğu sorulduğunda
cevap olarak ise selfie karşımıza çıkmaktadır. Kendini, kendi istediği gibi
göstermek... Yetmediği yerlerde bir takım filtrelerle olduğundan farklı
göstermeye çalışmak.
İnsanlara güvenimizi yitirişimizin ve ruhumuzu sadece bir
kareye sığdırma gayretimizin en hazin şekli olarak hafızalara kazınacak. Biraz
da bencillik kokan selfie ile birlikte aslında koca bir kareye sadece kendimizi
sığdıracak ve kendinden başkasına minnet etmeyişimizi sembolleştirmiş olacağız.
Anı dondurmakla, orada kalakalarak öncesi ve sonrasındaki her
şeye kayıtsız kalmaya başladık. Dünyayı arkamızda sadece bir fon haline
getirerek arka planda yaşanan her şeyden bihaber hale gelirken kendi
etrafımızda dönüp durarak bütün dünyanın kurtuluş reçetesini yazan doktor
edasıyla felsefik doktrinleri edebi söylemlerle bütünleştirerek en hakikinin
kendimiz olduğuna kendimizi ikna etmeye başladık. Bu kadar iddialı hale bir
selfie ile başladık desek biraz abartı olabilir ancak, sistem kurgular ile
meydana gelir ve bu kurgunun bir parçası da budur. Parça da bütüne götüren
yolun basamaklarından biridir.
Köklü bir kültürün ve geçmişin yerine köksüz, zeminsiz yeni
bir gelecek inşa etmenin temeli atılırken insanı toplumsal bir varlık olmaktan
çıkararak bir birey olarak gösterip arzuladığı hedefe doğru hızlı bir geçiş
başlatmış olan sistem, çarklarının dişlilerinde kültürü ve geçmişi öğütürken
emperyalist arzularını gerçekleştirmenin sefasını sürüyor. Bize de bu durumun
selfiesini çekmek kalıyor.
Birileri yapay zekâyı suçlamış olsa da yapay zekânın
kontrolünü elinde tutanların kimliklerini araştırma zahmetinde dahi
bulunmuyoruz.
Sanal gerçekliğin hakikatin yerine ikame edildiği bir zeminde
dayatılan bütün komutlar işlevsel hale gelirken ruhun yerine yapay zekâ
konulmaya başlandı.
Selfie olayında ekrana bakmak yerine sizi merkeze alan merceğe
bakmanız gerekir. Ancak biz ise öz çekim yaparken ekrandaki resmimize bakıyoruz.
Böyle olunca da kendimizi görürken aslında kendimize bakmamış oluyoruz. Göz yanılması
olarak yorumlanabilecek bu durum bir bakıma yoruma dayalı olarak ne kadar
kendine bakarsan bak, doğru noktaya bakmıyorsan kendini asla göremezsin yahut
kendini asla bulamazsın söyleminin doğruluğunu gözler önüne seriyor. Tabi ki
görmek isteyene, göstermek istedikleri kadar…
Bir resim karesine sığmaya çalışarak kendini özgür
zannedersin, ancak kendine dahi güvenmeden yaşamaya çalışırsın. Ağlanacak
halimize kahkahalar atarak hazin halimizi gizlemeye çalışarak en güzel hayatı
yaşadığımızı başkalarının gözüne sokma gayreti güdüyoruz. Sanal âleme
baktığımızda herkes mutlu, ancak iç âleminde herkes derbeder…
Hepimizinki koca bir yalnızlık esasında. Herkes kendi
kuyusunda boğulmuş. Anlattığımız rüyaları bahane ediyoruz bu halimize. Savunma
psikolojisi gelişmiş ergenler gibiyiz. Bütün hatalarımıza bir kulp bulma
telaşında mutluluk nutukları atarken gözyaşlarımızı toprağa gömmeye
çalışıyoruz. Vay halimize... Acımızı bastırarak mutlu olmaya çalışıyoruz.
Neyse, boş verin şimdi bütün bu çetrefilli halleri. Manzara
güzel, bi selfie çekilelim mi?!