Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.64
Gram Altın
2475.89
BIST 100
9530.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Şubat 2023

​Beyin sarsıntısı

Sayısız aileye, cana kendi evlerini, kendi yatağını mezar kılan, nicesini ölmeden mezara koyan ve bu toplu katliama bir şekilde, bir aşamada kasten sebep olanlar vicdanen ve hukuken davalı. Bunu biliyoruz. Bu süreci yürütmekten hem halk hem devlet sorumlu. Bunu da biliyoruz.

Öte yandan kendi yaşam güvenliği konusunda bilgili ve bilinçli olmama, bilimsel ve teknik tedbirleri almama da bir özsuç. Fakat bu suçun çok farklı kategorilerde, görece nedenleri, mazeretleri de var…

Bu ve bunun gibi âkil cümleler geziniyor içimizde. Fakat ne desek ne yapsak ifade edilemez bir yıkım ve acı yaşadığımız da kesin.

Kederimizi ifade edebiliriz. Fakat hiçbir üsluba sığmıyor.

Birileri gibi bütün suçu/imar ve inşaatı yalnızca muhafazakâr kesime yükleme edepsizliği de gösteremeyiz. Sorumluları ve sorumsuzlukları belirlerken "şu ideoloji mensupları, şu kindar inşaat sektörü yüzünden hep! " demek gibi bir seviyesizliği göstermeyiz.

Hayat ve ölüm o kadar gerçek ki edebiyat, felsefe, sanat, sinema (uğraşlarım) gibi uğraşlar bu ikisinin yanında sanal kalıyor. Hayat ağır ölümlerle insan eli ile işlenmiş suçlar, ihmaller nedeniyle yarıda kesiliyor, aniden oracıkta bitiriliyor. Artık olmayan yaşamı güzelleştirme işi de böyle kritik zamanlarda anlamsızlaşıyor.

Hayatın sağlıklı olması sanatın zemini. Bu zemin böylesine çöküşte iken duruma dair sanatsal ürün üretmek bana yaşamak temel hakkına saygısızlık gibi geliyor.

Farklı tespitler de dolaşıyor zihnimizde. Böyle bir süreçte gördüklerimden biri de; bu ağır kederi birileri nerdeyse sevinçle, oh olsun'cu bir iğrençlikle karşıladığı zannını doğuracak şekilde eksik ideolojilerine, siyasi seçimlerine meşruluk, bizimki daha doğru'culuk devşirme peşinde. İnsanların geçmişleri ve gelecekleri, hayatları enkaz altında iken siyasi ikballerinin derdindeler. Suratları halkın durumu ve devletin yüküne değil, kendi huysuzlukları ile asılmış ve hep yine bir şikayet ve mızmızlık vaziyetinde ekrandalar. Bu yaşını almış da başını alamamışlar, ancak kişisel sonlarına tosladıklarında mı her vakıaya insan üst kimliğinden bakmayı öğrenecekler? Sanmam. Bunlar “olmaz!” Hep daha büyük bir kıyameti çağırır bunlar... Akılcılık, bilimcilik yapıp satma, bilimi tekellerine alıp ideolojilerine paravan kılma ve hala kısır öfke, mahallecilik ve düzeysiz kavga peşindeler. Bir de aşırı tekrarcı ve ezberciler. Birileri can çekişirken başka bir şeyin, fakat hep başka bir şeyin peşindeler…

Ülkemin normal zamanlarda da dar zamanlarda da siyasi kutuplaşma pususu, pusu kurulan nokta olarak kullanılmasına kızgınım. Böylesi büyük bir kederde bile insan üst kimliğine dönemeyenler bu ülkenin asıl felaketi...

Bir de insanın kendi değerlerine ve kültürel literatürüne göre kurduğu cümlelere dahi karışma, yargılama ve onları dahi yönetme durumunda olanlar çoğunlukta. Sözgelimi cumhurbaşkanının “kader planı” tanımlamasının insanın kaderine dair sorumluluk payını reddetmeyen, kapsayıcı bir tanım olduğunu anlayamıyorlar. Bu tür kelime ve kavramlarla kadercilik pompalandığı ve dolayısıyla sorumluluktan kaçılmaya çalışıldığı iddia ediliyor. Hadi kader değil de yazgı diyelim. Tam olmasa da kullanımda muadil kelime olarak. Yazgı kelimesiyle de alnımıza koşulsuz boyun büktüğümüz faşist bir metni değil, irade ve sorumluluk payınca insanın kendi yazdığı bir sinopsisin, tercihler dizisinin önceden “Bilinmesi” ‘ni (Alim-Habir), tanrısal takdirini kastederiz. Yani kabul etmeliler artık aynı kaynaklardan beslenmiyoruz ve kavramlarımız aynı ferahlıkta değil. Akla, bilime olduğu kadar vahye, öteye inanan insanla ötelere inanmayan insanın kavramsal evreni ille farklı olacaktır. Bunu göz önünde bulundurarak bize karşı daha anlama odaklı, anlamadıkları takdirde de sorup öğrenme merakıyla yaşamalarını dileriz.

Ha şu söylemi hepimiz yadırgıyoruz. Bu tür afetlerin günahkarların cezalandırılması iddiasına dair söylemleri… Kurunun yanında yaşın da yanmasını nasıl izah edeceğiz. Şöyle diyebiliriz kısaca. Bu yaşam alanlarının imar ve inşaatında bilimsel bir tutum izlemeyerek menfaatleri uğruna imar, inşaat günahı işleyenlerin taş üstüne taş koyamayacakları, koysalar da er geç yükselttikleri her yanlışın bir yıkımla sonuçlanacağının doğal anlatımı gibi bu afetler… Fay hattının bir yılkı canavar gibi tespit edilmesine rağmen tam da bu hattın üzerine kurulan yerleşimler günah değil de nedir? Ha bizim dilimizde günah ise bunun karşılığı yanlış, hata, zararlı, yapılmaması gereken kötü, çirkin işlerdir. Bu yaşananda en büyük günahkârlar bilimsiz, bilinçsiz, aç gözlü mimar, müteahhit ve bu süreçlerin önemli noktalarındaki yetkililerdir. Onlar cezalandırılırken o cezadan en büyük payı belki de parasını ödediği halde hizmetini öldürülmek olarak alan halktır. Fakat başta da söyledik. Yine söyleyelim. Kendi yaşam güvenliği konusunda bilgili ve bilinçli olmama, bilimsel ve teknik tedbirleri almama da bir özsuç. Fakat bu suçun çok farklı kategorilerde, görece nedenleri, mazeretleri de var…

İlahi adaletin yeri tam olarak burası, bu uzay, bu zaman değil.

Bu uzay, bu zaman insanın adaletli olup olamama konusunda kendini göstereceği meydan… Ya da hiç gösteremediği… Belki bu tek kelimede birleşebilse idi insanlık, diğer her ayrıştığı konuya gülümseyip geçebilirdi de öte yandan.

Bir de şuna çok gülerim. “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak mı edeceksin Allah’ım?”(Araf) sorusunu içeren ayetin sık sık paylaşılırken bu ayetin anlam katmanlarını farklı şekillerde içimden geçiririm. Fakat merak ettiğim şey şu. Bu ayeti ısrarla paylaşanlar acaba, ayeti, hiç “İçimdeki beyinsizlik” olarak okudular mı? Hiç dönüp kendilerini, kendi kesimlerinin beyinsizliğini, akıl ve bilimsizliğini sorgulayıcı şekilde okudular mı sözkonusu ayeti?...