Beyin sarsıntısı
Sayısız aileye, cana kendi evlerini, kendi yatağını mezar kılan, nicesini ölmeden mezara koyan ve bu toplu katliama bir şekilde, bir aşamada kasten sebep olanlar vicdanen ve hukuken davalı. Bunu biliyoruz. Bu süreci yürütmekten hem halk hem devlet sorumlu. Bunu da biliyoruz.
Öte yandan kendi yaşam
güvenliği konusunda bilgili ve bilinçli olmama, bilimsel ve teknik tedbirleri
almama da bir özsuç. Fakat bu suçun çok farklı kategorilerde, görece nedenleri,
mazeretleri de var…
Bu ve bunun gibi âkil
cümleler geziniyor içimizde. Fakat ne desek ne yapsak ifade edilemez bir yıkım
ve acı yaşadığımız da kesin.
Kederimizi
ifade edebiliriz. Fakat hiçbir üsluba sığmıyor.
Birileri
gibi bütün suçu/imar ve inşaatı yalnızca muhafazakâr kesime yükleme edepsizliği
de gösteremeyiz. Sorumluları ve sorumsuzlukları belirlerken "şu ideoloji
mensupları, şu kindar inşaat sektörü yüzünden hep! " demek gibi bir
seviyesizliği göstermeyiz.
Hayat ve
ölüm o kadar gerçek ki edebiyat, felsefe, sanat, sinema (uğraşlarım) gibi
uğraşlar bu ikisinin yanında sanal kalıyor. Hayat ağır ölümlerle insan eli ile işlenmiş suçlar, ihmaller
nedeniyle yarıda kesiliyor, aniden oracıkta bitiriliyor. Artık olmayan yaşamı
güzelleştirme işi de böyle kritik zamanlarda anlamsızlaşıyor.
Hayatın
sağlıklı olması sanatın zemini. Bu zemin böylesine çöküşte iken duruma dair
sanatsal ürün üretmek bana yaşamak temel hakkına saygısızlık gibi geliyor.
Farklı
tespitler de dolaşıyor zihnimizde. Böyle
bir süreçte gördüklerimden biri de; bu ağır kederi birileri nerdeyse sevinçle,
oh olsun'cu bir iğrençlikle karşıladığı zannını doğuracak şekilde eksik
ideolojilerine, siyasi seçimlerine meşruluk, bizimki daha doğru'culuk devşirme
peşinde. İnsanların geçmişleri ve gelecekleri, hayatları enkaz altında iken
siyasi ikballerinin derdindeler. Suratları halkın durumu ve devletin yüküne
değil, kendi huysuzlukları ile asılmış ve hep yine bir şikayet ve mızmızlık
vaziyetinde ekrandalar. Bu yaşını almış da başını alamamışlar, ancak kişisel
sonlarına tosladıklarında mı her vakıaya insan üst kimliğinden bakmayı
öğrenecekler? Sanmam. Bunlar “olmaz!” Hep daha büyük bir kıyameti çağırır
bunlar... Akılcılık, bilimcilik yapıp satma, bilimi tekellerine alıp
ideolojilerine paravan kılma ve hala kısır öfke, mahallecilik ve düzeysiz kavga
peşindeler. Bir de aşırı tekrarcı ve ezberciler. Birileri can çekişirken başka
bir şeyin, fakat hep başka bir şeyin peşindeler…
Ülkemin normal
zamanlarda da dar zamanlarda da siyasi kutuplaşma pususu, pusu kurulan nokta
olarak kullanılmasına kızgınım. Böylesi büyük bir kederde bile insan üst
kimliğine dönemeyenler bu ülkenin asıl felaketi...
Bir de insanın kendi
değerlerine ve kültürel literatürüne göre kurduğu cümlelere dahi karışma,
yargılama ve onları dahi yönetme durumunda olanlar çoğunlukta. Sözgelimi
cumhurbaşkanının “kader planı” tanımlamasının insanın kaderine dair sorumluluk payını
reddetmeyen, kapsayıcı bir tanım olduğunu anlayamıyorlar. Bu tür kelime ve
kavramlarla kadercilik pompalandığı ve dolayısıyla sorumluluktan kaçılmaya
çalışıldığı iddia ediliyor. Hadi kader değil de yazgı diyelim. Tam olmasa da
kullanımda muadil kelime olarak. Yazgı kelimesiyle de alnımıza koşulsuz boyun
büktüğümüz faşist bir metni değil, irade ve sorumluluk payınca insanın kendi yazdığı
bir sinopsisin, tercihler dizisinin önceden “Bilinmesi” ‘ni (Alim-Habir),
tanrısal takdirini kastederiz. Yani kabul etmeliler artık aynı kaynaklardan
beslenmiyoruz ve kavramlarımız aynı ferahlıkta değil. Akla, bilime olduğu kadar
vahye, öteye inanan insanla ötelere inanmayan insanın kavramsal evreni ille
farklı olacaktır. Bunu göz önünde bulundurarak bize karşı daha anlama odaklı,
anlamadıkları takdirde de sorup öğrenme merakıyla yaşamalarını dileriz.
Ha şu söylemi hepimiz yadırgıyoruz. Bu
tür afetlerin günahkarların cezalandırılması iddiasına dair söylemleri… Kurunun
yanında yaşın da yanmasını nasıl izah edeceğiz. Şöyle diyebiliriz kısaca. Bu
yaşam alanlarının imar ve inşaatında bilimsel bir tutum izlemeyerek menfaatleri
uğruna imar, inşaat günahı işleyenlerin taş üstüne taş koyamayacakları,
koysalar da er geç yükselttikleri her yanlışın bir yıkımla sonuçlanacağının
doğal anlatımı gibi bu afetler… Fay hattının bir yılkı canavar gibi tespit
edilmesine rağmen tam da bu hattın üzerine kurulan yerleşimler günah değil de
nedir? Ha bizim dilimizde günah ise bunun karşılığı yanlış, hata, zararlı,
yapılmaması gereken kötü, çirkin işlerdir. Bu yaşananda en büyük günahkârlar
bilimsiz, bilinçsiz, aç gözlü mimar, müteahhit ve bu süreçlerin önemli
noktalarındaki yetkililerdir. Onlar cezalandırılırken o cezadan en büyük payı
belki de parasını ödediği halde hizmetini öldürülmek olarak alan halktır. Fakat
başta da söyledik. Yine söyleyelim. Kendi yaşam güvenliği konusunda
bilgili ve bilinçli olmama, bilimsel ve teknik tedbirleri almama da bir özsuç.
Fakat bu suçun çok farklı kategorilerde, görece nedenleri, mazeretleri de var…
İlahi
adaletin yeri tam olarak burası, bu uzay, bu zaman değil.
Bu
uzay, bu zaman insanın adaletli olup olamama konusunda kendini göstereceği
meydan… Ya da hiç gösteremediği… Belki bu tek kelimede birleşebilse idi
insanlık, diğer her ayrıştığı konuya gülümseyip geçebilirdi de öte yandan.
Bir
de şuna çok gülerim. “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak
mı edeceksin Allah’ım?”(Araf) sorusunu içeren ayetin sık sık paylaşılırken bu
ayetin anlam katmanlarını farklı şekillerde içimden geçiririm. Fakat merak
ettiğim şey şu. Bu ayeti ısrarla paylaşanlar acaba, ayeti, hiç “İçimdeki
beyinsizlik” olarak okudular mı? Hiç dönüp kendilerini, kendi kesimlerinin
beyinsizliğini, akıl ve bilimsizliğini sorgulayıcı şekilde okudular mı sözkonusu
ayeti?...