Beyin göçü ve ülkelerin kaderi
Türkiye yıllardır aynı yapıda bölgesinin güçlü dünyanın ise potansiyel aktörü konumu özelliği ile bilinir. Gelişmekte olan ülke konumundan bir türlü kurtulamamıştır. G20’nin alt basamaklarında gezinir. Bu durum bir açıdan bakınca başarıdır. Başka açılardan bakınca ise bir Japonya, bir Güney Kore bir Almanya örneklerine bakıldığında ise resmen hezimet konumundadır. Gelinen noktada başarısının sırrı ağırlıklı nüfus gücüne dayanan potansiyeldir. Başarısızlığının handikabı ise insan potansiyelini sosyal, kültürel alanda olduğu gibi teknoloji ve sanayi alanına aktaramamasıdır.
Öyle görülüyor ki Türkiye’de insan potansiyelimizin gelişmemize ve güçlenmemize dönüşmesi çok ciddi bir kontrol altında bulunuyor.
Bu nedenle geri kalmış ülkeler kategorisi sınıfında kalmasını menfaatleri açısından uygun bulmayanlar, Türkiye’nin gelişmekte olan ve geleceğe umutla bakmaktan vazgeçmeyecek durumda tutulması strateji ile varlığını devam ettirmesi isteniyor. Bu sistem ise devletin kurum-kuruluşları ile bürokratik(Askeri-sivil) işleyişleri üzerinden yapıldığı muhakkak.
Türkiye’nin insan potansiyeli düşünüldüğünde büyümeye, güçlenmeye, gelişmeye her açıdan müsait. O nedenle 96 yıllık Cumhuriyet tarihinde fırsat doğduğunda çok kısa aralıklarda Türkiye’nin büyük sıçramalar yaptığını tespit etmek zor değil. Bu çerçevede her alanda olmasa de belli alanlarda 1930-38 arası, 1950-60 arası, 1965-69 arası, 1983-87 arası ve 2002-2009 arasındaki sıçramalar önemli örnektir.
Fakat ne hikmetse hep bu dönemlerin sonunda Türkiye hep cepten yemiş ve gücüne güç katacağı yerde zayıflamıştır. AK Parti’nin 2003’ten 2009’a kadar ki zaman diliminde milli geliri 2300 dolarlardan 12 bin dolarlara çıkmıştır. Durağan hale gelen bu durum son 2 yıl içinde düşüş yaşamıştır. Orta gelir tuzağına düşmekle karşı karşıya kalan bir durum.
Bu durumlar kesinlikle tesadüfî değildir. Türkiye’nin potansiyelinin harekete geçirilmesi konusunda ciddi irada gerekmektedir. O iradenin ise yapması gereken önemli şey ise beyin göçüdür. Türkiye Özellikle ikinci dünya savaşı sırasında Avrupa’nın yaşadığı kargaşa ve kaos sırasında önemli bir imkânı kaçırmıştır. Sadece bir kısım Yahudi bilim adamını transfer etmekle sınırlı kalan bu imkânlar sonrasında enteresan şekilde tersine dönmüştür. Adeta ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversiteler Türkiye’nin teknik beyinlerini keşfedip ABD, İngiltere ve Avrupa’nın eline teslim edilmiştir.
Bugünlerde psikoloji alanında TÜBİTAK destekli bir araştırma çerçevesinde bir proje nedeniyle yaşanılan zorluklara şahit oluyorum. Bu ve diğer şahit olduklarımdan çıkardığım şu devlet iradesi çok acil olarak hem sosyal, hem teknik olarak üniversitelerimizi ABD’nin, İngiltere’nin veya Avrupa’nın ihtiyacı olan beyinlere ulaşmaları için toplanma merkezi olmaktan kurtarılması lazım. Özellikle ODTÜ-İTÜ-Boğaziçi gibi üniversitelerdeki insanımızın “Türkiye’de kıymetimiz bilinmez.” Algısı üzerinden O nedenle ABD veya bir başka ülkeye gitme zorunluluklarının önüne geçilmelidir.
Bu konuda özellikle YÖK başta olmak üzere devlet bürokrasinin koyduğu engellerin tamamının kaldırılması gerekmektedir.
Eğer bu ülke bölgesinin lideri, dünyanın söz sahibi bir devlet olma hedefi varsa genç beyinleri elinde tutmanın ötesinde dünyadaki beyin potansiyelini de Türkiye’ye çekmek zorundadır.
Özal’ın döneminde yurt dışındaki beyinleri getirme projeleri devlet bürokrasisinde imha edilmişti. Halen devlet bürokrasisi beyin göçünün tersine işlemesinin önündeki en büyük engeldir.
Şu bilinmelidir, yurt dışında başka bir ülkenin himayesinde bir Türk vatandaşın destan yazmasının övünülecek, gururlanılacak yanı yoktur. Tam aksine dövünülmesi, ahlanılması, vahlanılması gereken bir durumdur. Oysa bu milletin inancının temelinde “İkim müminin yitiğidir. Nerede bulursanız alın” düsturu vardır.
Şu unutulmasın beyin göçü bir ülkenin kaderini etkiler.
Kalın sağlıcakla...