Beyaz Saray'ın Siyah Eli Neden Havada?
ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK), Gazze'de acilen insani ateşkes talep eden ve sivilleri koruma konusunda uluslararası hukukun yükümlülüklerini yerine getirme çağrısı yapan karar tasarısını veto etti.
Bu durumun malumun ilanı olarak görülmesi, Birleşmiş Milletleri yeniden
meşrulaştıracak bulunmaz bir fırsatın kaçırılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Çünkü bu fırsat, BM’nin “dünya barışını, güvenliğini korumak; adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir
kuruluş" olarak tanımlanmasından
neredeyse yetmiş yıl sonra elden kaçırıldı.
BMGK’nda
Gazze’de acil olarak insani bir ateşkes yapılması için yapılan oylama, zaten
üst seviyede olan ABD karşıtlığını daha ileri bir aşamaya taşıdı ve tıpkı
işgalci israil gibi yalnızlaşmasına da neden oldu. ABD’nin tam da tarihin en
büyük insani kırılma anlarından biri yaşanırken veto hakkını kullanması; dünya
barışı için çırpınan ABD imajının tamamen yıkılmasına ve insan hakları,
demokrasi vb. ambalajın da yırtılmasına neden oldu. Bu tarihin en büyük
ifşalarından biri olarak kayıtlara geçti. Üstelik tüm bunlar İngiltere’nin dahi
red oyu vermeyip çekimser kaldığı bir ortamda vuku buldu.
İmajın yıkılıp ambalajın yırtılması, yalnızlaşma ve yükselen Anti-Amerikancılık,
milyarlarca dolarlık Hollywood yatırımına ve ikiyüzlü uluslararası
kurum/kuruluşlara rağmen bir trajedinin ortaya çıkmasına da neden oldu. Tamamen
insani olan bir durumun, tüm dünyanın gözlerinin içine bakarak veto edilmesi ve
o veto eden elin bir Afroamerikalı’ya ait olması bu trajediyi, trajikomik hale
getirdi.
ABD merkezli, ‘Düzensiz Dünya Düzeni’ni (DDD) sorgulamamızı sağlayan ve aynı
zamanda insanlığın istikbalini de karartan bu elin özellikle seçildiğini
söylemeye bile gerek yok. Çünkü beyaz bir Amerikalı elinin tüm dünyanın gözleri
önünde ve tarihe not düşülecek şekilde hafızalara kazınması istenmemiş; Hollywood’un
yetersiz kaldığı yerde psikolojik harp devreye alınmıştı.
ABD’nin kısa, sığ tarihi göz önüne alındığında, Afroamerikalı bir el
üzerinden tüm dünyaya deklare edilmek istenenin ABD tarafından yapılan soykırım
ve ırkçılığın aslında olması gereken ya da bir gereklilikmiş gibi kabul
edilmesinin istendiğini anlamakta zorlanmıyoruz. 70 milyon Kızılderili’yi
katleden, insani değerlerin yalnızca pazarlamacılığını yapan bir devletin, 20
bin Filistinli sivilin şehit edilmesine tepki göstermesini beklemek elbette
saflık olurdu.
Bu manada, barış amaçlı kurulan hukümetlerarası bir kurumun (BM) çatısı
altında barış, demokrasi, insan hakları naraları atan bir devletin “hayır,
ben dünyanın bu bölgesinde barış istemiyorum; 20 bine yakın sivilin
katledilmesi de umurumda değil” diyebilmesi ve dünyanın geri kalanının bu
insani olmayan veto karşısında bir şey yapamaması, modern dünyanın bir tiyatro
oyununu daha ortaya çıkarmış oldu.
Afrika’dan Amerika’ya getirilen 15 milyon kölenin çocukları, bugün Filistin’de
yaşananlara red oyu veren el olabilecek kadar hafızasını yitirmiş durumda. Fiilen
işgal edilen Filistin, bir gün elbette özgürlüğüne kavuşacak. Çünkü onlar zaten
öz’ünü muhafaza edebildikleri için ilelebet özgürlüklerine talepkâr olurken; zihnen
işgal altında olanlarsa ilelebet efendilerine itaatkâr olmuşlar.