Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2959.68
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Eylül 2020

Beyaz ekmeğe alışmak

Alışkanlık her şeyden önce insanda standart yaratan bir şeydir. Yani insan bir şeye alıştığı zaman, giderek onu yadırgamaz ve o kişide “elde var” diyerek bir standartı ifade eder. Bu sebepten olsa gerek halk arasında “Allah gördüğünden aşağı düşürmesin” ifadesi sıkça kullanılır.

Toplumlarda da bir alışkanlık kazanıldığında, oradan geri dönüşler oldukça zordur. 1970’li yıllarda el değmeden üretilen ve halk arasında “fabrika ekmeği” olarak isimlendirilen ekmek, biraz da modern olanı ve fabrikasyonu ifade ettiği için kıymetliydi. Şehrin kenar mahallerinde bile tandır ekmeği ile yufka ekmeklerini insanlar kendileri üretir ve onu yerlerdi. Ancak fabrikasyon olan o dönemde zihinlerde daha değerliydi. Hatta kenar mahallelerden şehrin merkezine gidecek olana bize “şehir ekmeği” getir diye siparişte bulunulurdu. Modernizasyonu ifade eden bu süreç, aynı zamanda insanların hele gelişmekte olan diye tabir edilen insanların bir değişimden geçmesi anlamına gelmekteydi.

Burada ekmek bir örnek olarak verilmiştir. Ancak genel olarak modernizasyon lehindeki değişimi aynı zamanda “beyaz ekmeğe alışmak” diye de temsili anlamda nitelendirmek mümkündür. Nitekim bu değişimler toplumlarda hayat tarzını ve dünyaya bakışı farklılaştıracak kadar dönüştürmüştür. “Beyaz ekmeğe alışmak” meselesi üstelik sadece gelişmekte olan diye tabir edilen ülkeler için değil, afrika gibi ülkeler için de sıklıkla kullanılmıştır.

Bugün kaybedilen şeyler (tandır ekmeği ve yufka) şehirlerde çoğunlukla aynı lezzzet ve içerikte olmayan biçimde üretiliyor ancak insanlar onlara biraz daha yüksek fiyat ödeyerek sahip olabiliyorlar. GDO’lü ürünlerden gıdadaki birçok bozulmalara kadar, en başta tabiattan kaybettik.

Burada daha önemli olan nokta, yeni bir hayat tarzına toplumlar alıştırıldı. Bu hayat tarzı sürekli tüketim ve yeni alışkanlıklar kazandırma üzerine devam ediyor. Medyadan yapılan propagandalarla da yeni hayat tarzı epey yerleşmiş görünüyor. Benim problem ettiğim nokta ise, bu yeni hayat tarzının bize oluşturduğu alışkanlıkların tamamen bir tüketime dayanmasıdır.

Bugün müslümanlar başta olmak üzere birçok toplum yeterince tüketememekten şikayetçi. Neticede bir meta ihtiyaç olarak hissettiriliyorsa, onu tüket(e)meyen insanlar ihtiyaçlarını alamadıkları düşüncesiyle kendilerini mağdur olarak hissediyorlar. Çok yerde ifade ettiğim bir cümledir; “alışverişe gidip dönerken, çoğunlukla satın aldıklarınız için mutlu olmazsınız, daha çok satın alamadıklarınız için mutsuz olursunuz. Üstelik her alışverişte satın alamadığınız ve gelecek sefere ertelediğiniz mutlaka bir şey vardır.”

Post/modern dünya (buna kapitalizm de diyebiliriz) gelecek nesilleri ve dünyanın geleceğini hiç düşünmeden her şeyi paraya dönüştürmek üzere tüketimin hizmetine sunuyor. Tüketmenin bu dünyada yaşayan insanın yegane kimliklendirme yolu olduğunu öneriyor. Tabii ki bu, müthiş bir borçluluk ve neticede köleleşme demektir. Halbuki dinler peygamberlerinin şahsında mütevazi bir hayatı öğütler ve bunun örnekliğini gösterirler. Din demek aynı zamanda insanın özgürlüğünü nasıl sürekli hale geleceğinin yollarını gösteren bir hidayet unsuru demektir.

Ancak bugün müslüman toplumlar da dahil olmak üzere “beyaz ekmeğe alışmak”tan mülhem bir zihniyet dönüşümüne uğramışlardır. Peygamberlerin hayatı Müslümanlara bile “esatir-i evvelin (mitoloji)” türünden gelmektedir. Yaşadığımız dünya ölçeğindeki sorunlara çözüm nedir diye soracak olursanız, ilk önce bize önerilen hayat tarzını sorgulamaktan geçer derim.