Beterin Beteri Var!
Yılların yaşanmışlığı, insanlığın hafızasında söz olarak varlığını devam ettirir. Bu, hayatın hakikati olunca yazıya dökülmeden de kalır zamanın akan nehrinde. Artık satırlar hem de akıllar bu yaşanmışlık hakkında fikir beyan eder.
Hüseyin, yıllardır beklenen çocuk olarak dünyaya gelmişti. Matemli hanenin bir anda güneşi doğmuş, rahmet yağmurları gök delinmişçesine sevinç göz yaşları olarak zemini ıslatmıştı.
Koşuyordu Zehra çamurların içinde, babasına müjdeyi vermek için ardına bakmadan. Hatta düşmüştü taşlıkların arasına iki dizi kan içinde kalmıştı. Ama o, kardeşinin gelişinin sevincinden bu acıları unutmuş, babasına haberi muştulamak için koşmaya devam etmişti.
Baba Ahmet Efendi tarlada çalışmaya devam ederken köyden bir karaltının hızlıca kendisine doğru geldiğini gördü ve:
— Hayır olsun inşallah. Bu saatte kim gelebilir böyle hızlıca? Ne oğlum var yardıma koşacak, ne de kardaşım var derdime dert ortağı olacak? Hanım ise yine kız doğuracak gibi duruyordu.
Ahmet Efendi bu iç konuşmalarla meşgulken kendisine hızlıca yaklaşan karaltının kızı Zehra olduğunu anladı. Telaşlanarak o da ona doğru koşmaya başladı.
Zehra nefesi kesilmiş, konuşmaya mecali kalmamış görünse de bağırarak;
— Baba baba baba geldi. Baba, oooooo geldi baba, o geldi.
— Kızım dizlerin kan içinde. Ne oldu sana böyle. Kim yaptı sana bunu.
— Baba baba o geldi o. Ka ka ka ka o geldi.
—Hele dur kızım bir soluklan bakayım. Gel şu suda dizlerinin kanını bir temizleyeyim. Sonra dersin kimin geldiğini.
— Baba vallahi o geldi. Acımıyor dizlerim. Haydi eve gidelim.
— Tamam kızım tamam. Kim geldi?
— Kakakardeşim geldi.
— Ne?
— Kardeşim geldi. Annem doğdu. Ka ka kaardeşim geldi.
Ahmet Efendi’nin nutku tutuldu ve sesi kesildi. Kalbi de bedenine sığmayacak kadar hızlı atmaya başladı. Zehra’sını kanlı dizleriyle kucağına aldı evine doğru koşmaya başladı. Zehra ise durmadan;
— Ka ka ka ka kardeşim geldi diyordu.
Ahmet Efendi bu söze inanmadı ve içinden;
— Nereden yüzümü güldürecek kardeşin gelsin. Olsa olsa yine bir bacın olmuştur. Bu kızcağız ne anlar bacı kardeş arasındaki farkı. Lakin hanım sağ olsun da ümidimiz hep var olur diye düşündü. Bu düşüncelerle evine yaklaşınca hakikaten bir başka kalabalığın bu defa evinin etrafında oluğunu fark etti.
Evet Zehra’nın dediği doğru idi. Bir oğlu olmuştu. Hayatında başına gelebilecek en güzel şeyin o olduğunu düşünen Ahmet Efendi yıllarca oğlunun gururu ve kızlarının huzuru için didinip durdu.
Kızlar büyüdü ve boylandı. Her biri kendi otaklarında karınca kararınca mücadele etmeye başladı. Türlü türlü sıkıntılarında Ahmet Efendi beterin de beteri var cümlesine yapışarak onları sakinleştirmek istedi. Kızlarına da bu cümleyi bir dua gibi ezberletiverdi. Ama en çok da hayatın her safhasında ve sıkıntısında bir de kızların evden uçup gitmesinin acısında Ahmet Efendi oğluna sarılarak hayata tutundu.
Yıllar geçti ve Ahmet Efendi için oğlu hayatının vazgeçilmeziydi. Oğul da boylandı ve soylandı.
Parmakla gösterilen ve genç kızların yüreğinde yer eden oğul Hüseyin, Yakubî bir şefkat, Yusufî bir edep ve Davudî bir çalışkanlıkla yuvasını kurdu. Babasının ümidi kardeşlerinin sığınağı oldu.
Çok zaman geçmeden aradan bir erkek torun verdi Ahmet Efendi’ye Yaradan. Ve sevincin çokluğu ürkütmeye başlamıştı içten içe onu.
Torun Ali Yiğit büyümeye başladı baba Hüseyin de var gücüyle çalışmaya.
Ne olduysa o an oldu. Tarlada traktörle çift sürerken Hüseyin girilmeyecek yere girdi ve devrilen traktörün altında kaldı. Traktörün direksiyonunun sıkıştırdığı göğsü kalbinin kırılmasına hayatının da sonlanmasına sebep olmuştu çoktan.
Bir kıyamet koptu köyden. Evden çıkan ayakkabısını ayağına bile tam geçirmeden ağıtlarla koştular traktörün devrildiği tarafa.
Köyden çıkan ağıtlar o yeri ve yerdekileri yerinden etmiş ve Hüseyin’in çoktan canını teslim ettiği traktörün devrildiği tarlanın başına toplanıvermişti.
Hüseyin ölürken de güzellikler yüzündeydi. Sadece ağzından kan gelmişti onca demir yığınının altında can verirken.
Ahmet Efendi’nin dünyası yıkılmış, hayata tutunduğu en büyük dal kırılmıştı. Büyük ağıtlar arasında ve dağları yerinden edecek, taşları parça parça dağıtacak, hadravatı sarartacak acı beyanlar arasında Hüseyin toprağa verildi.
Taziye evi kuruldu. Büyük kalabalıklar günlerce Ahmet Efendi’yi teselli etmeye çalıştı. Akil insanların hepsi;
— Sabret Ahmet Efendi, beterin beteri de var dediler.
Ahmet Efendi ne evet dedi, ne de hayır. Sadece göz yaşlarını dökmeye devam etti. Uzun bir zaman konuş(a)madı. Konuşunca da sözleri hep isyan kelimeleri de acısından çok etrafı kırıp döken bir kadere tenkit gibi algılanmaya başladı. Sustuğu zaman da torun Ali Yiğit’e sığındı.
Uzun zaman geçti bu traktör kazasının üzerinden. Ahmet Efendi hiç unutmadı bu evlat acısını. Ne beterin de beteri var sözünü kabul etti ne de bundan daha büyük acıyı yaşayabileceğini tahmin etti. Sadece Yiğit Ali’nin sevgisine sığındı.
Ne diyelim biz Ahmet Efendi’ye.
Yiğit Ali babasının da pabucunu dama atmıştı. Sevgi ve dahi hal ve hareketlerinde dede Ahmet Efendi için.
Ve askerlik vakti gelmişti nevcivan yiğidimiz için. Büyük bir şenlikle askere yollandı. Herkes bir taraftan Ahmet Efendi’yi tebrik ediyordu diğer taraftan da teselli. Ağızlardan yükselen tek ses;
— Bak Ahmet Efendi beterin de beteri var. Onca zaman isyan ettin oğlun için, ne elde ettin? Şükret haline. Bak torunun nasıl bir yiğit oldu. Şükürler olsun askere gidecek yaşa geldi. Ama sen hâlâ isyan ediyorsun.
— Dostlar bir tarafım size hak veriyor, diğer tarafım da daima bundan daha da beter bir şey mi var diyor. Neyse yine de var olun.
Yiğit Ali askerde iken dede Ahmet Efendi’nin içi içine sığmıyordu. Gelini Gülizar’a öyle ehemmiyet veriyordu ki neredeyse yere basma başıma bas der gibi etrafında dört dönüyordu.
Zaman geçmiş ve Yiğit Ali askerliğini tamamlamıştı. Dedesine bir sürpriz yapmak istemiş ve birden karşısında görünmek istemişti. Dede ise torununun geleceğini biliyor ama tam terhis gününü kestiremiyordu.
Gündüzün yorgunluğundan dolayı o akşam erken yatmışlardı Ahmet Efendiler. Gece yarısı annesine kavuşan Yiğit Ali dedesine gece yapmak istediği sürprizi sabaha bıraktı. Annesiyle hasret giderdikten sonra ona sarılarak ana—oğul uyumaya başladılar. Gecenin sevincinden, kavuşmanın heyecanından yattıkları odanın perde ve penceresini açık bıraktılar sabaha karşı uykuya dalarken.
Ahmet Efendi her zamanki gibi erkenden uyanmış kendini evin dışına atmıştı. Biraz sinirli hem de heyecanlı idi. Gözüne gelininin odasının penceresinin açık olduğu ilişti.
— Hayırdır inşallah. Kızım hiç pencere ve perdesini açık bırakarak uyumaz. Umarım bir şey yok dedi ve pencereye doğru yöneldi. Ayakları oraya giderken yüreği sanki gitme diyordu. Sonunda pencerenin önünde buldu kendini. Pencereden içeriye bakınca gözlerine inanamadı. Gelininin yatağında bir erkek vardı. Böyle bir şey olamazdı. Öfkelendi ve aklı başından gitti. Sadece bir şey düşündü. Namussuzluk ve ihanet.
Hızlıca döndü evine ve oğlu Hüseyin’i öldüren traktörü öldürmek için aldığı silahı aldı eline mermileri verdi önüne. Koşar adımlarla ve sorup soruşturmadan girdi gelinin odasına bastı silahın tetiğine. Öldürdü gelini ve yanındaki erkeği.
Bir daha kızıl kıyamet koptu orada. Ve Ahmet Efendi yorganı kaldırınca ana/oğulu öldürdüğünü gördü. Askerden gelen torun Yiğit Ali, dedesinin kurşunlarıyla annesiyle beraber can vermişti oracıkta.
Ahmet Efendi o günden sonra yaşamı boyunca tek cümle söyledi. Hakikaten beterin de beteri varmış…