Beşinci Meclis: Gözyaşı ve yakarış
Niçe bir ola kalbin böyle mecruh
Niçe bir ola çeşmün böyle nemgîn (Helâkî)
Mazi,
hal ve istikbal... Bir endam âyinesi gibi karşımızda duruyor. Biz asr-ı
hazırda, 2022 durağından, âlem-i hayâlin
fani kuşları gibi tayaran ederek bu hafta yine maziye, o kutlu zatın halka-i
meclisine gidiyor, huzura eriyoruz. Postuna oturmuş, eller semada Bâkî olana
yalvarıyor: “Sınırsız dua ve senâ o ulular ulusuna yaraşır ki her zerre
yaratıcının varlığının gerekliliğine bir delildir. Bizim başımıza altın tâcı
sen koydun, şükürsüzlüğümüz ve günahkârlığımız yüzünden lütfettiğin bu tacı
başımızdan alma. Ey çaresizlerin çaresi ve ey derbederlerin sığınağı! Senin
sevginin ateşi ile kebap olmuş ciğerlerin hürmetine, ciğerlerimizi ebedi
ayrılık ateşi ile yakma. İhtiras ateşlerimizi söndür. Rahmet suyunla yıka bizi.
Düşmanlarımızın bizim hakkımızda istediklerini bizden uzak kıl. Dostlarımızın
bizim hakkımızda istediklerinden ve zannettiklerinden bizi daha üstün kıl. Gaflet
uykusuna uyuyanları lütfunun uyarısı ile uyandır. Varlık ağaçlarını taat
meyveleri ile süsle. Sana himmet etmekle makam ve mevki elde etmiş ve ona
itaatle el bağlamış olan bütün devlet erkânının saadet ve ikballerini artır.”
Meclisteki herkes hep bir ağızdan ‘amin’ diyor. Aminler ağlamalara karışıyor.
Canlar! diyor canlar. Abdulmuttalip de ağlamıştı. Bir gün Mekke’de kıtlık baş
göstermiş, şehrin ileri gelenleri bir tedbir almak için Abdulmuttalib’in yanına
gitmişler. Abdulmuttalib, benim ne yerde itibarım var ne de gökte. Ancak,
Abdullah’tan Amine’ye, ondan da Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geçen
bir nur var. Onu getirin. Onun hürmetine yağmur isteyelim. Ve kainatın efendisini
getirirler. Henüz çocuktu ve onu Kabe’nin kapısına götürür Abdulmuttalib.
Rabbim! der. Bu senin kulun Muhammed’dir. Bir şeyler daha demek ister lakin
yutkunur kalır. “Bu senin kulun Muhammed’dir” deyip ağlamaya başlar.
Abdulmuttalib’in gözyaşları buhar olup göğe yükselir ve bulutların gözlerine
çarpar. İnci gibi yağmur damlaları dökülmeye başlar Mekke’nin üzerine,
Mekkelilerin üzerine.
Ağlayın
canlar, ağlayın. Günahkarların gözyaşları bu dünyada da ilaçtır, o dünyada da.
İçteki
kiri su değil, ancak gözyaşı temizler canlar. Gözyaşı neredeyse rahmet
oradadır. Gözyaşı, ardından gelecek mutlu günler için bir habercidir. Meclis âh
u figân ile doldu birden. Gözyaşları içinde devam etti sözlerine insân-ı kâmil.
Kimileri derler ki mum, ateşle aynı evde olduğu için ağlıyor. Kimileri de der
ki tatlı bal, onun evini terk etti diye ağlıyor. Bu mumun ifadesi değil,
şârihlerin şerhidir. Oysa mum kendi lisanıyla der ki: Gecelerimin halini ancak
benim gibi olan bilir. Yanmışların gecesi nasıl geçer, sen nereden bileceksin? Sonra
Mevlânâ muma seslenir: Ey gözyaşları içerisinde sarı benizli mum! Musibete
uğramış aşıklar kafilesinin başı sensin. Sen asrının Ferhad’ısın yan ve eri. Bu
ağlaman Şirin’den ayrı düştüğün için değil mi?
Hakiki
büyük şahsiyetler, süslü ağaçlar gibidir. Dallarında yuvalar kurulur.
Gölgesinde yorgunlar dinlenir, çiçeklerine sürünenler güzel kokular alırlar.
Beşinci mecliste herkes hissesine düşeni almaktadır. Bu mecliste zarar etmek
yoktur. Alimler, rehberdir. Âlim, dünyevileşme hastalığına yakalananlar için
tabiptir. Ölü ne bilsin tabibin kıymetini. İlaç, derdi olanın yarasına derman
olur. Göz ağrısı olmayan, göz ilacını ne yapsın. O kalplerin doktoru, bu
meclisten nasibimizi artırsın.