Beş dakikalık edebiyat dersi
Bir öğrencim, edebiyat
gereksiz ve vakit kaybıdır, demişti. Tıp eğitimi istiyordu ve sürekli matematik
ve fen derslerine çalışıyordu. Kızmadım, haklı da görmedim. Sakince karşıladım,
bana beş dakika ver, gerisi senin, dedim. Ve başladı edebiyat dersi.
12.sınıflardan birisi
idi. Akademik yönden iyi bir sınıf. Dersimiz “İkinci Yeni” ve öğrencilerimin önünde testler, başlarını bile
kaldırmıyorlar. Yoklama bitti, derse geçeceğim ama bazıları oralı değil. Bu
durum böyle sınıflarda hep olagelen bir hâldir. Öğretmen yoklamayı alır,
çocuklar test çözmeye devam eder. Çünkü böyle öğrenciler için edebiyat vakit
kaybıdır, birkaç matematik, biyoloji, fizik ve kimya testi çözmek çok iyidir ve
tercih edilir. Edebiyat öğretmenleri de bu durumu kabullenmiştir, okul yönetimi
de teşvik eder. Böyle böyle geçer edebiyat dersleri.
Bu çocuklarda gerilim başlar, mutsuzluk alır
başını. Psikologlara gidilir, özel danışmanlar tutulur. Sınava hazırlanan
çocuğun etrafında pervane olunur. Yediği önünde, yemediği ardında… Yine de
istenilen seviyeye ulaşılamaz. Evde sürekli bir teyakkuz vardır. Ne misafir
kabul edilir ne misafirliğe gidilir. Sınava hazırlanan çocuk hayattan kopar,
tecrit eder kendini. Hazır yiyecekler, gazlı içecekler tüketilmeye başlanır. Ne
ruhen ne de bedenen iyi bir hâl vardır. Çocuk, testlere gömülür. Çalışma
masasında silgi atıkları, testler, kitaplar vardır. Kitap vardır ama bu
kitaplar test kitabıdır. Şiir, roman, hikâye yoktur bu masada. Bir gelecek
böyle kurulur. Ne olacak bu çocuk? Doktor, mühendis vb. kariyer mesleklere
hazırlanacak. Olur da. Doktor da olur, mühendis de. Mutlu olur mu, sever mi,
sevilir mi? Burada duralım mı? O vakit buyurun edebiyat dersine.
Sınıftayım. Çocuklar
testlerle meşgul. Su içen bir ceylan gibi dalgındı içlerinden biri. Test
çözüyor. Soruların içinde kaybolmuş. Su içen ceylana dokunulur mu? Dokunmadım.
Yoklamayı aldım. “Buraya bakın, burada,
bu kara mermerin altında/Bir teneffüs daha yaşasaydı/Tabiattan tahtaya kalkacak
bir çocuk gömülüdür/Devlet dersinde öldürülmüştür” Birden başlar kalktı.
Gözler açıldı. Uyandılar. Ne diyordu bu hoca, ne demek istemişti? Evet, Ece
Ayhan idi konuşan. Kimdir bu şair, ne demiştir, kime demiştir bu dizeleri? Bana
beş dakika verir misiniz? Şu şiiri okuyup dersi bitireceğim. Sorumlu da
değilsiniz, hepinize 100 veriyorum! Dinleyin, bu dizeleri düşünün lütfen. Müfredatta
yoktur ama hayatın müfredatında vardır bu şiir. Sizi anlıyorum, haklısınız gençler!
Beş dakika sürdü.
Hepiniz istediğiniz mesleği elde ettiniz. Orada testler bitecek, edebiyat ise
hayatın kendisi olarak sürecek, dedim. Sınıfta herkesin beni dinlediğini fark
ettim. Testlerinizi bırakın, demedim ama bırakmışlardı. Şiire kapılmışlardı.
Şiirin hikâyesini bilmiyorlardı ama onları etkileyen bir ses vardı. Dersimiz
bitti arkadaşlar, dedim. Unutmayın, Ece Ayhan diye bir şair var. Şiiri de
budur, şiir görüşü de bu. Beş dakika. Evet, beş dakikada bir nefes almışlardı.
Şiir ile zihinleri dinlendi, şiirin sesi gönüllere dokunmuştu. Yaşanmış bir
hikâyeden kalan dizeler sınıfta yankı bulmuştu. Aslında nice roman ve hikâyenin
adı bile insanı nasıl heyecanlandırır. Uzun uzun anlatmak yerine o eserlerin
kapısına gelmek, içeriyi göstermek bile yeter, yetti de. Bizim beş dakikalık
edebiyat dersi de öyle oldu. İkinci Yeni’nin
kapısına geldik. Hep birlikte içeri baktık. Bizi buyur ediyordu Ece Ayhan, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal
Süreya, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç.
Liselerimizde ağır
müfredata ne gerek var? Keyifli hâle gelebilecek birçok ders sıkıcı bulunuyor.
Çocuklar edebiyata ilgi duymuyor. İlgi duyanlar da sadece ezber yapıyor.
Eserler okunmuyor. Eserlerin muhteviyatına bakılmıyor. Sınav sisteminin kurbanı
sadece çocuklar değil, edebiyatımız da bundan etkileniyor. Üniversiteyi bitiren
yüz binlerce gencimiz var, bunların ezberledikleri kaç şiir var? Edebiyata dair
iki dakika sohbet edebilirler mi? Beş dakikalık dersimizde demiştim, burada
yine diyorum. İleride bir meslek sahibi olduğunuzda, eş dost sohbet ortamında
bir yazardan, eserden mevzu açıldığında siz susup konuşamıyorsanız size hemen
şunu sorarlar: “Lisede edebiyat öğretmenin kimdi?” Evet, yıllar sonra
karşılaştığım öğrencilerimin söylediği sözü buraya alarak yazımızı nihayete
erdiriyorum: “Hocam, bize ne güzel şiirler okurdunuz.”