Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Aralık 2022

Beş dakikalık edebiyat dersi

Bir öğrencim, edebiyat gereksiz ve vakit kaybıdır, demişti. Tıp eğitimi istiyordu ve sürekli matematik ve fen derslerine çalışıyordu. Kızmadım, haklı da görmedim. Sakince karşıladım, bana beş dakika ver, gerisi senin, dedim. Ve başladı edebiyat dersi.

12.sınıflardan birisi idi. Akademik yönden iyi bir sınıf. Dersimiz “İkinci Yeni” ve öğrencilerimin önünde testler, başlarını bile kaldırmıyorlar. Yoklama bitti, derse geçeceğim ama bazıları oralı değil. Bu durum böyle sınıflarda hep olagelen bir hâldir. Öğretmen yoklamayı alır, çocuklar test çözmeye devam eder. Çünkü böyle öğrenciler için edebiyat vakit kaybıdır, birkaç matematik, biyoloji, fizik ve kimya testi çözmek çok iyidir ve tercih edilir. Edebiyat öğretmenleri de bu durumu kabullenmiştir, okul yönetimi de teşvik eder. Böyle böyle geçer edebiyat dersleri.

Bu çocuklarda gerilim başlar, mutsuzluk alır başını. Psikologlara gidilir, özel danışmanlar tutulur. Sınava hazırlanan çocuğun etrafında pervane olunur. Yediği önünde, yemediği ardında… Yine de istenilen seviyeye ulaşılamaz. Evde sürekli bir teyakkuz vardır. Ne misafir kabul edilir ne misafirliğe gidilir. Sınava hazırlanan çocuk hayattan kopar, tecrit eder kendini. Hazır yiyecekler, gazlı içecekler tüketilmeye başlanır. Ne ruhen ne de bedenen iyi bir hâl vardır. Çocuk, testlere gömülür. Çalışma masasında silgi atıkları, testler, kitaplar vardır. Kitap vardır ama bu kitaplar test kitabıdır. Şiir, roman, hikâye yoktur bu masada. Bir gelecek böyle kurulur. Ne olacak bu çocuk? Doktor, mühendis vb. kariyer mesleklere hazırlanacak. Olur da. Doktor da olur, mühendis de. Mutlu olur mu, sever mi, sevilir mi? Burada duralım mı? O vakit buyurun edebiyat dersine.

Sınıftayım. Çocuklar testlerle meşgul. Su içen bir ceylan gibi dalgındı içlerinden biri. Test çözüyor. Soruların içinde kaybolmuş. Su içen ceylana dokunulur mu? Dokunmadım. Yoklamayı aldım. “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/Bir teneffüs daha yaşasaydı/Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/Devlet dersinde öldürülmüştür” Birden başlar kalktı. Gözler açıldı. Uyandılar. Ne diyordu bu hoca, ne demek istemişti? Evet, Ece Ayhan idi konuşan. Kimdir bu şair, ne demiştir, kime demiştir bu dizeleri? Bana beş dakika verir misiniz? Şu şiiri okuyup dersi bitireceğim. Sorumlu da değilsiniz, hepinize 100 veriyorum! Dinleyin, bu dizeleri düşünün lütfen. Müfredatta yoktur ama hayatın müfredatında vardır bu şiir. Sizi anlıyorum, haklısınız gençler!

Beş dakika sürdü. Hepiniz istediğiniz mesleği elde ettiniz. Orada testler bitecek, edebiyat ise hayatın kendisi olarak sürecek, dedim. Sınıfta herkesin beni dinlediğini fark ettim. Testlerinizi bırakın, demedim ama bırakmışlardı. Şiire kapılmışlardı. Şiirin hikâyesini bilmiyorlardı ama onları etkileyen bir ses vardı. Dersimiz bitti arkadaşlar, dedim. Unutmayın, Ece Ayhan diye bir şair var. Şiiri de budur, şiir görüşü de bu. Beş dakika. Evet, beş dakikada bir nefes almışlardı. Şiir ile zihinleri dinlendi, şiirin sesi gönüllere dokunmuştu. Yaşanmış bir hikâyeden kalan dizeler sınıfta yankı bulmuştu. Aslında nice roman ve hikâyenin adı bile insanı nasıl heyecanlandırır. Uzun uzun anlatmak yerine o eserlerin kapısına gelmek, içeriyi göstermek bile yeter, yetti de. Bizim beş dakikalık edebiyat dersi de öyle oldu. İkinci Yeni’nin kapısına geldik. Hep birlikte içeri baktık. Bizi buyur ediyordu Ece Ayhan, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç.

Liselerimizde ağır müfredata ne gerek var? Keyifli hâle gelebilecek birçok ders sıkıcı bulunuyor. Çocuklar edebiyata ilgi duymuyor. İlgi duyanlar da sadece ezber yapıyor. Eserler okunmuyor. Eserlerin muhteviyatına bakılmıyor. Sınav sisteminin kurbanı sadece çocuklar değil, edebiyatımız da bundan etkileniyor. Üniversiteyi bitiren yüz binlerce gencimiz var, bunların ezberledikleri kaç şiir var? Edebiyata dair iki dakika sohbet edebilirler mi? Beş dakikalık dersimizde demiştim, burada yine diyorum. İleride bir meslek sahibi olduğunuzda, eş dost sohbet ortamında bir yazardan, eserden mevzu açıldığında siz susup konuşamıyorsanız size hemen şunu sorarlar: “Lisede edebiyat öğretmenin kimdi?” Evet, yıllar sonra karşılaştığım öğrencilerimin söylediği sözü buraya alarak yazımızı nihayete erdiriyorum: “Hocam, bize ne güzel şiirler okurdunuz.”