Dolar (USD)
35.37
Euro (EUR)
36.43
Gram Altın
3039.78
BIST 100
9916.07
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Aralık 2018

Beraber döneceğiz

1530’larda Alman İmparatoru’nun elçilerine İstanbul’da, “Atının nallarının değdiği her yer Padişah’a aittir” denilmişti, bu elçilere verilen tek cevaptı.

Buna göre vaktiyle atlarımızın nallarının değdiği her yer Türkiye’ye aittir ve Türkiye bu yerler için söz ve hak sahibidir.

Fas’tan Yakutistan’a, Umman’dan Viyana’ya kadar olan coğrafya bizimdir, buralardaki her sorunda masanın üçüncü köşesi bize aittir.

Vatan, “kaybedilmeyen yerler” değildir.

Suriye, Türkiye’nin bir parçasıdır. Suriyeliler, buraya, vatanlarına gelmişlerdir. Mülteci sayılamazlar. Yalnız, dönerlerken beraber döneceğiz, o kadar!

Tarih ikramını bazen altın tepsi ile sunar!

Ömer Muhtar’ı seyrederken

Birkaç gün önce yeniden “Ömer Muhtar” ı seyrettim. “Ömer Muhtar” ı izlerken şunu hissettim: “Ömer Muhtar” ile özdeşleşiyorsunuz, Ömer Muhtar’la empati yapıyorsunuz.

Şundan da eminim:

Türkiye’de ve İslam dünyasında bir kesim de o filmdeki İtalyanlarla özdeşleşiyor, empati yapıyor, “Ömer Muhtar” dan nefret ediyorlar.

Hani şu İstanbul’un sokaklarına “Zulüm 1453’de başladı” yazanlar var ya, onlardan bahsediyorum.

Zannetmeyin ki o yazı bir kaç kendini bilmez tarafından yazıldı. O cümleyi tasdik eden, ikrar eden milyonlar var.

Bir türkücümüz “Ben Osmanlıyı tamamen reddediyorum. Osmanlı benim ceddim değildir” dememiş miydi?

Ünlü bir bayan profesörümüz de "Biz Türkler hep akın etmişiz; yakıp yıkmışız, başkalarının yaptıklarını yıkmışız. Çocuklarımızın namaz kılmasını değil bale yapmasını istiyorum” buyurmuştu!

İtalya’da yaşayan bir artistimiz ise, “Türk olmak benim suçum değil” demişti.

İşte, siz o filmde “Ömer Muhtar”la ağlar, Ömer Muhtar’la gülerken, onlar da İtalyanlara vur! vur! diyenler.

İşte “Batı”nın “İslam Dünyası”na doğrulttuğu en dehşetli silah bu kesimler, yani “Batı Lobisi”.

Her İslam ülkesinde mebzul miktarda mevcutlar ve o ülkenin kreması onlar.

Marşandiz kazası

Ankara Marşandiz istasyonundaki kaza haberini kahvaltı esnasında izlemeye başladım.

Önce hızlı trenin üst geçide çarptığı söylendi. Bu garabeti nasıl akıl edebildiler anlayamadım. Bu bir atlının Ay’a çarpması gibi garip bir durumdu. Dakikalar akıyor ama haberi geçenler garabeti açıklayacak bir cümle sarf etmiyorlardı. “Tren üst geçide çarptı” iddiası tekrarlanıp duruyordu.

Tren acaba şaha mı kalkmıştı?

Olayın mahiyetini gizleme gayretkeşliği ortadaydı.

Mızrağın çuvala sığmayacağını zannedersem anlamaya başladılar ki, bu kez hızlı treni banliyö treni ile çarpıştırdılar. Bir yarım saat de böyle geçti.

Ne var ki, canlı yayında, ortalıkta çarpışmış bir banliyö treni de gözükmüyordu!

Hızlı trenle çarpışan nesne, canlı yayında rayların üzerinde darmadağın olmuş bir otobüs gibi duruyordu. Banliyöye hiç benzemiyordu.

Haberi veren gazeteciler ve haber kanalları sanki gönüllü sansür oynuyorlardı. Daha baştan olayı tüm açıklığıyla biliyor olmalıydılar. Güzel numaraydı, güzel oynadılar. Biz de yuttuk(!).

Ya da TCDD yanıltıcı bilgi servis etti, bunu yuttular.

Her iki durum da vahimdi.

Ölü sayısı 2’den başladı, hafiften hafiften 9’a çıkıldı.

Diğer taraftan...

Her zaman olduğu gibi kazaya sebebiyet verenler, ölenlerin yakınlarınca, saldırıya uğramamaları için hapishanede koruma altına alınırlar.

Olay küllenmeye başlayınca, kravatlarının güzelliği, elbiselerinin şıklığı, ayakkabılarının boyası gibi gayet insani/medeni(!) sebeplerle bir kaç ay içinde sevdiklerine kavuşturulurlar.

Adalet böylece yerini bulur.

Acaba biz bu kafaları nasıl değiştireceğiz?

Kazanın oluşu kadar, kazayı haberleştirmemiz değerlendirmemiz de sorunlu.

Kazalar hep bu mantıkla geliyor.

Artık bunlar geride kalmalı değil miydi?