Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2975.97
BIST 100
9718.48
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Ocak 2021

​Benlik belgesi: Sanat

Bir sanat eserinin teknik özellikleri göze çarpan ilk yanıdır. Bir insanla karşılaştığımızda ilk göze çarpan şeyler mesabesinde. İşte bilirsiniz. Fiziksel görünümü. Dış çehre. Çerçeve. Nasıl bir insanı sadece ilk görünenlerden yola çıkarak değerlendirmeye kalkıştığımızda yanılıyorsak, bir sanat eserini de sadece tekniği üzerinden değerlendiremeyiz. Sığ bir değerlendirme olur bu. Değerlendirememe olur.

Halbuki en çok ta bir sanat eseri derininden değerlendirilmeye teşnedir. Tıpkı insan gibi… Yüzünden okunmaz. Anlayarak okunmalıdır. Derininden.

Bir derinlikten çıkıp geleni sığ bir okumaya tabi tutmak saygısızlık olur. Dipten gelen uca, uçlara, dahası sonsuzluğa yol bulmak ister. Yanına onu en iyi anlayanlarını da alarak sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmak ister. Bu açıdan derinlikli her sanat eseri sonsuzluk güzergahında çalışan enteresan seyahat aracı gibi bir işleve sahiptir. Tabii ki dilediği şekilde dünyanın herhangi bir mekanını veya zamanını, alemini dolaştırabilen yanı, sonsuzluktan önce sonluluk alemindeki gezginlik becerisi hepimizin malumu.

Bir kitabın önünde saatlerce kıpırdamadan oturuyor sanılan bir insanın o satırları yol edinerek nerelere gittiği, zihninin ayaklarına ne kara suların indiği, nerede toza toprağa, nerede savaşa, nerede hoş bir sofraya konuk olup da, -bir yakını ona seslendiğinde ve uyandığında- ne uzak yollardan geldiği malumdur. Meçhulün malumu…

Ya da bir sinema seyri esnasında kimse oturduğu koltukta oturmuyordur. Herkes seyir halindeki eserin estirdiği rüzgara kapılmış gitmiştir. O halde bir sanat eseri seyyah ruhumuza biçilmiş ve aslında birikiminin biricikliği nedeniyle herkesi kendi özelinden, uzamından alıp nevi şahsına münhasır uzayına doğru yola çıkaran bir şeydir gerçekten. Nedir? Benim hayalimde sürekli değişken bir araç olduğu için tarif etmek istemiyorum. Siz kendi hayalinizdekine atlayıp gideceksiniz nasılsa… Fakat hayalimdeki aracı görseydiniz, belki de o olabildiğince şahsi, uçurumdan imal edilmiş tek koltuklu, modifiyesi rengarenk soyut aracımda gözünüz kalırdı.

Yazıya eserin yüzeyinde kalma ve salt teknik bir değerlendirme yapmanın sanata, dahası sanatçıya da haksızlık olacağı, yeterli bir değerlendirme olmayacağı fikri ile başlamıştık. Kalem yılkı at gibi. Kendi bildiğine ve olmadık yönlere sürüyor kendini. İnanın yarışı değil, kalem atıma ahenkle binmeyi seven biri olarak, jokerini bir kenara fırlatıp kendi kendine şahlanan bir serseriliği olan bu atımın zaptında ben de zorlanıyorum. Kimi paragrafların sonunda dizlerimi silkeleyip “ya biz neyden bahsediyorduk?” diye elimde cazip yazı konumla, kalemime ıslık çalıyorum.

Bir sanat eseri ruhu olan, benliği olan bir insandan doğma ise, o eserin ruhu, benliği de vardır. Benliksiz bir eserin senlik olmayacağını söylemek zor değil. Öyleyse onu ruhuyla, derinindeki benliğiyle beraber bir bütün olarak kabı kacağı, fiziği, tekniğiyle değerlendirmemiz daha isabetli ve hakkaniyetli bir değerlendirme olacak.

Bu bakımdan her eser sanatçının benliğini belgeler. Zaten ruhi taşkınlık meydanı mahrem kılacağından, sanatçı benliğini meydana sürmeye cesaret edendir. Benliğini anlatmaktan gocunmayandır. Benliğini senliğe, bizliğe, “hayden bre ben-sen-biz olalım!” sözüyle teklif edendir. Benliğin öyle böyle değil, şaşırtıcı ve hayran olmayı tattırıcı bir üslupla açığa çıkmış, başka bir formda yaşatılan halini görmek ne büyük imkân. Sanatın imkânı... Başka türlü doğmaya devam etmek gibi. Günün birinde sanatçının kendisi vefat etse, hayatta kalmaya devam edecek özünü mumyalayan sağlıklı ölümsüz formlar…

Asla sadece teknik bir form değil. Ruhun parçalarından biri. Kıymetli bir benliğin ölümsüzlük sokağına çıkmış gezgin hallerinden biri.

Ötesi var. Benliğin daha gerisinde onu oluşturan toplumsal, kültürel nedenlerin de anlaşılabileceği, arka planda sosyolojik benliğin veya bizliğin de görülebileceği bir “kırık” ayna gibidir de bir eser. Onu anlamaya çalışırken, derinlikli bir gözlemle o aynaya sokulurken… Aslında o benliğin boy verdiği, huy verdiği toprağı, yani bir toplumu, bir kültürü, belli bir zamanı, daha yakın çekimle o tünelin içinden geçen benliklerin tüneli içinden geçirdikleri, o bir defada esecek müthiş rüzgârı da anlamış oluruz.

Böyle bir yerden okunduğunda, sanat da bir öz benlik taşıyıp taşımadığı konusunda tabii bir sorgulama yaşayacak ve belki de çok daha nitelikli ve kimlikli üretilecektir. Kuvvetli bir benlik taşımayan ve sanat adıyla herkesin ortak olduğu ve hakkı olan“hodri meydan” ‘la, “Seyir tepesi” ile alay edenlerin, olmayan kalbini kıran bir hareket olacaktır bu tarz bir değerlendirme. Her şey teknik değildir. Fakat ruh için, derinlik için, öz benlik için aynı cümleyi bu kadar sert kuramayız. Ya her şey aslında o derinlikse? O derinlik olmadan o kuyudan çıkarılmış olan kusursuz mekanik ama bomboş bir “kova” ise? Kimliksiz bir damla ne sudur, ne aziz dedirten bir şeyse…

Varlığın bir Tek’i hariç her zaman bir ekip, çoklu birlik olduğunu bilirsek, herhangi bir şeyin her şey olmadığını iyi biliriz. Sadece sanat, sanatçı ve eser üçgeninde ekibin başında derin bir benlik olduğunu görmek isteriz. İçine sığdığı teknik formdan taşan, değdiği ruhu da taşıran, kıpır kıpır ve çok samimi bir can parçası taşıyor olduğunu hissetmek isteriz.

Dal uçlarında salınan o eseri alıp benliğimizin üstüne koyduğumuza değsin isteriz.