Benim sevgili muhalifim
Sen bu cinnetin rengine ne zaman boyandın azizim? Ne zaman kalbinden uzaklaşıp gürültünün yanında saf tutmaya başladın? Azar azar mı, olmadan mı farkında? Bak ki vaktinle beraber sesin de öğütülüyor bu kalabalık çarkta. Kimse kimseyi duyamıyor, dinlemiyor, görmüyor aslında… Gayri iradi rastlayıverdiğini ezberine alıyor ama içselleştiremiyor. Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan herkes sadece gürültüsünü göğe bırakma arzusunda… Mevsimler bunun için mi değişiyor, ismin artık bunun için mi yok sararmış kağıtlarda?
“Muhalif olmak bir sanattır.” mı diyorsun azizim? Muhalefet edeceğim derken herkese benzemek sanatın hangi şubesinde kayıtlıdır? Hep aynı sözlerle hemhal olmak, hep aynı tavırlarla donanmak ve o çılgın kahkahalardan sadır olan çirkinliklerin arasında durmak mıdır senin sanatın? Terk edebilmenin de bir güç ihtiva ettiğini unutanlardan mısın?
Seninle biz, ayrı renklerden geçip acıyı ayrı bardaklarda yudumlasak ve sonra kubbelerimizden yükselen makamların başka tonlarına âşık olsak da elest bezminde sözleşmiştik aslında. Hatırla n’olur, artık hatırla… Muhalif olmak sığ sulardan derin geçmek demiştik; tebessümü gözyaşından seçmek. Klişe ezberleri reddetmek… Herkesin kıyasıya birbirini ezdiği bir ortamda, içine dönüp onunla kucaklaşmak demiştik. Muhalif olmak sonra, yaşadığımız çağa aykırı bir yerde bulunmak; halkın içindeyse de uzağında kalabalıkların… Nerede kaybeden ve bu kayıpla irkilen bir gönül varsa, bırakarak zafer tacını onun kalbine koşmak… İnsanın ciğerini sökercesine yükselen bu sözlerden sıyrılıp sükût olmak, sabır duymak, zor olanı başarmak, güzel kalmak…
Derdini, davasını, fikrini, hüznünü terk ederek rengârenk yalnızlıklara karışan ama hep aynı şeyleri tekrarlayıp duran insanların yanında bulunduğunu görmek canımı acıtıyor… Bana, kısa süreli de olsa bir sükût ısmarla istiyorum. Gözyaşımız hezimete uğradığından bu yana, kalbini kırdığın o sükûttan ikram et bana… Unutulmuş sokaklarında Itrî’nin Fuzuli’den biraz aşk, biraz estetik Tanpınar’dan, Ahmet Haşim’den çokça hüzün, ince bir kadın sesi Şair Nigâr Hanım’dan… Benim topraklarımın rüyasına karışan içi yüksek insanlardan…
Sesin, başını çarpmış, öfkeden çılgına dönmüş bir buhranın içinde yükseliyor nicedir. Sesin yükseldiği için kalbim artık onu duyamıyor fakat görüyorum ne hazin, içinden kopan o sesi kaybediyorsun sık sık, sonra aramaya çıkıyorsun cinnet yolcularının içinde onu... Bulman her defasında daha da zorlaşıyor. Bense evrenin unutulan kapısında, bir duada bekliyorum kendine gelmeni…
Hayatımız hep yorgun keşkelerin kıyısında azizim… Diyorum ki kalan ömrümüzü yeni keşkeler biriktirmeye sürüklemeyelim. Seni bir kavgayla da kandırmasınlar çünkü kalmadı onurlu bir kavgamız bile bizim. Güzel bir kavga inşa edebilmek için yeniden içimize yürüyelim. Susalım biraz, birikelim, biriktirelim…
Hemen şuraya azizim hemen şuraya
“kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum”
Selam ile