Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2488.94
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Kasım 2013

Benim bebeğim, benim kararım!

Kamuoyu, kızlı-erkekli evler kadar söz konusu olayların medyaya yansımasıyla da tartışma yaşadı. İlk olarak iki aylık bebeğini evde yalnız bırakıp dokuz günlük bayram tatiline çıkan genç öğretmen gündem oluşturmuştu. Daha sonra meydana gelen olay da en az diğeri kadar vahşet doluydu. Kaldığı yurdun tuvaletinde dünyaya getirdiği bebeğinin başını koparıp odasındaki buzdolabında saklayan üniversiteli genç kızın ortaya çıkardığı ürperme diğerinden aşağı kalmamıştı!

Her iki olayın odak noktasını böyle bir vahşete imza atan kadınların üniversiteli olmaları oluşturmuştu. Cinayetin faillerinin akli melekelerinin sorgulanmasına kadar götürülen sosyal yargılama süreci, aslında toplumsal arada kalmışlığımızın bariz göstergesiydi.

Ülkemizde son yıllarda sıklıkla bu tür örneklerle karşılaşırken bu iki olayın müsebbiplerinin eğitimli olması dikkati artıran bir unsurdu. Zihinsel yetkinliklerinin ispatı olarak kabul edilen üniversite eğitiminin onları neden böyle bir vahşetten alıkoyamadığı noktasında hayrete dönüşmüştü.

Halbuki hepimizin bir şekilde evlilik dışı ilişkilerden meydana gelen çocukların toplumdan saklandığına, bir çoğunun cami avlusuna bırakıldığına bazılarının da öldürüldüğüne tanıklık etmişliğimiz bulunur. Toplumumuzun, nikahsız birliktelikleri onaylamadığı gibi bu şekilde çocuk sahibi olmayı onaylamadığı da bilinir.

Her ne kadar hükümetin, kızlı-erkekli öğrenci evlerinin denetimsizliğine yaptığı vurguya toplumsal bir reaksiyon verilmiş gibi görünse de tepkinin arka planında başka sebepler olduğu açık.

Nitekim, konunun en zirvede olduğu günlerde araştırma şirketleri, Koç-Sabancı Üniversitesi gibi eğitim kurumlarının yapmış oldukları çalışma ve anketler, halkın ezici çoğunluğunun evlilik dışı birlikteliğe onay vermediğini ortaya koydu.

Söz konusu araştırmalar, modernizmi benimsediği iddiasındaki bir toplum için şaşırtıcı görünse de -son iki bebek cinayeti ışığında- bu yöndeki bebek cinayetlerini, terk etmelerin sebebini açıklayan önemli bir göstergeydi.

Halkımızın yüzde seksene yakın kısmının evlilik dışı birlikteliği onaylamayan, çocuk sahibi olmayan hoş görmeyen tutumu iki eğitimli genç kadının davranışlarını açıklıyordu.

Her iki kadının da evlilik dışı ilişkilerini ve hamileliklerini ailelerinden, çevrelerinden saklamaları hiç de şaşırtıcı değildi. Gerek dini gerekse geleneksel bakış açısından beslenen hayat felsefesine bir yerde etki eden modernizmin, evlilik dışı çocukları kabul edecek kadar u2013en azından şimdilik- büyük bir etkisi yoktu.

Kendilerinin ve ailelerinin şereflerini koruma düşüncesinin bu tür suçların, kişiyle birlikte aileye/sosyal çevreye de yapışması/bulaşması riskini ortadan kaldırmak istemekle bağlantılı şüphesiz.

İşlenen cürmün bedelini kendisiyle birlikte ailesine de ödeten bir anlayışın hüküm sürdüğü toplumda suç delilinden kurtulmak isteyen suçlunun panik yapması bir açıdan anlaşılabilir.

Durumu kurtarma adına devreye giren sözde çözümleyici mekanizmanın akıllıca düşünme sistemini devre dışı bıraktığı zaten ortada. Delil karartma çabasının, anı düşünmeyi öğütleyen yönlendiriciliği peş peşe yanlış adımların atılmasını beraberinde getirmişti tabii ki!

İnsanlarımızın, bu iki kadını sorgusuz sualsiz suçlayan ve yargılayan tavırlarından ziyade hangi koşulların benzeri sonuçlara yol açtığını düşünebilmesi gerçekte daha önemli. Cinsel özgürlüğü onaylamayan toplumun, evlilik yaşının yükselmesini olağan karşılaması gibi gençleri zorlayan bir tutum sergilediği nedense dikkatlerden kaçıyor.

Bir yandan modern ve seküler toplumlardaki gibi evlenme yaşını gittikçe yükseğe çeken sosyal yapımız diğer yandan da inanç ve gelenek zemininden hareketle gençlerin dünyasını cinsel yasaklarla örmekte. Evlilik özendirilmediği gibi evliliğe dair olumsuz yargı oluşturulmakta.

Toplumumuzun, sekülerizm ve din arasına sıkışmış, melezleşmiş düşünce tarzı insanlarımızın yaşam biçimlerini şekillendirmekte. Bunun doğal sonucu olarak da suçun gizli ve kapalı olması koşuluyla yok sayılması koşuluyla görmezden gelme anlayışı hakim olmaya başlamıştır. Hem de iç dünyalarda harekete geçen vicdanların sesi susturulmaya çalışılarak yapılmaktadır buu2026

twitter.com/sabihadogann