Dolar (USD)
34.32
Euro (EUR)
36.30
Gram Altın
2835.47
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Ağustos 2024

​Benim babam bir güz yaprağı değil…

“Şimdi böyle merdivenleri sarsa sarsa çıkıyorsun da ben seni yaşlanınca göreyim!” demişti annem gülerek.

Bu sözlerinde hem kocasının, erkeğinin gençliğine, güçlü kuvvetli oluşuna gönderme yapmıştı hem de adına gençlik denilen şeyin ne kadar geçici olduğunu hatırlatmıştı. Yüzünde gururla karışık bir gizli hüzün var gibiydi. Belki de bana öyle gelmişti.

O, dağ gibi adamın kendi kocası olmasından duyduğu gurur ve mutluluğu görmüştüm iki yana doğru, yarı örtük açılan dudaklarında…

Gerçekten de babamın çıktığı merdivenler her adımda ayaklarının altında eziliyor gibiydi. Beton kalıplar ve kenarındaki trabzan, babamın, o dev gibi güçlü ve heybetli babacığımın, ayakları altında son nefesini verdi, verecek gibiydi.

Dün gibi aklımda. Geniş, sakin bir sokak.

Evimiz yukarı, biraz da yokuş taraftan gelirken sağ kolunuzun üstünde kalırdı.

Tam köşedeki tek katlı, geniş pencereli ev.

Yaz günleri açık olan pencerelerden sakız beyazı tül perdeler dışarıya doğru nazlı bir gelin duvağı gibi salınırdı.

Babam, perdelerin dışarıya çıkmasına çok kızardı ama kavurucu sıcakta pencerelerden gelen cereyan, evi serinleten en önemli mekanizmaydı.

Çapraz pencerelerden uçuşan perdeler kirlenir, tozlanır ama annem hiç yorum yapmaz, ses etmezdi. Çıkarır yıkar, büyük bir teslimiyetle yeniden asardı.

Zaten her işini ibadetmişçesine tam bir inanç, teslimiyet ve sükûnetle yapardı…

Ve merdivenler, sokaktan antreye geçiş için kurulmuş bir köprü gibiydi.

Sekiz, dokuz bilemedin on tane beton merdiven. İki tarafında yer yer boyası kalkmış korkuluklar.

Babam merdivenleri adım adım tırmanırken korkulukları hiç tutmazdı. Hiç ihtiyaç hissetmezdi ki! Duayla, selamla, neşeyle atardı adımlarını. Yer, babamın ayaklarının altında ezilir, ufalanırdı…

Antreye girince sağda kalan oda, evin merkezi konumundaydı. Pencereler önüne dizilmiş kanepeler, evden sokağa açılan gözlerimizdi. Boş zamanlarımızda kanepelere oturur, meraklı gözlerle dışarıda bir hareket, aksiyon arardık.

Okuldan çıkmış çocuklar, eve dönen babalar, komşuya geçen kadınlar önemli bir film karesi gibiydi. Merakla izler, yeni keşifler yapmışçasına bıkmadan usanmadan heyecanla takip ederdik. Sokağa oynamaya çıkan çocukları görünce biz de anında sokağa fırlar, cümbüşe dahil olurduk.

Bu ev, çocukluk döneminde içinde yaşadığımız tek yer değildi belki ama önemlilerinden biriydi. Biriktirdiğimiz anılar, bizim için hızlı annemiz için ağır geçen günler…

En çok da girişteki merdivenler ve babam.

Eve her geldiğinde merdivenleri çıkarken bizlere gelişini haber vermek için selam veren, dua okuyan babacığım ve adımlarının sesi!

Babamı karşılamak için kapıya yönelen annemin gözlerinde her seferinde ışıklar yanardı! Mutluluk, gurur, güven; hepsini bir çırpıda görürdüm anneciğimin gözlerinde.

Sanırım en baskını gururdu. Böyle güçlü, muhteşem bir adamın eşi olmasından dolayı ne kadar onurlandığını her seferinde açık ederdi.

Babam eve gelince bir anda evimiz aydınlanırdı. Devler ülkesindeki yedi başlı devi öldüren kahramanın ülkesine dönmesi gibi bir bayram yaşanırdı içimizde! Hepimiz canlanır, kuşlar gibi kanatlanırdık. Konuşmalarımız, kelimelerden kuş cıvıltılarına dönüşürdü! İçimizde kelebekler…

Annem, beyaz tülbentinin altındaki kocaman gözleriyle babama hep bu tablonun sahibi olarak bakardı. Hiç kaçırmazdım. Her seferinde bu ışığı, enerjiyi yansıtırdı; görürdüm.

Annem böyle gururla bakınca daha bir severdik babacığımızı. Anneciğimiz mutlu olunca biz daha da parıldardık. Babamız, gökyüzünden dünyaya bizi, annemizi mutlu etmesi için gönderilmiş olağanüstü bir kahraman olmalıydı!

İşte her şey bu kadar güzelken bütün tılsımı, efsunu bozan annemin o sözleri olmuştu!

Babacığımın bir gün yaşlanma ihtimali tüm ruhumu önce sarsmış, sonra bu sarsıntı büyük bir ızdıraba dönüşmüştü. İçimde bir kaygı ağacı yeşermişti!

Babam nasıl yaşlanabilirdi? Hep genç kalmalıydı babalar ve hiç büyümemeliydi kızları; hep çocuk kalmalıydı! Benim babam bir güz yaprağı değildi ki, zaman rüzgarı önünde nasıl savrulabilirdi! Babam…