Beni ezberine alma unutursun
Her şey çok ezber ve belleğimiz
patladı. Bu yüzden hiçbir şey bizi etkilemiyor. İçimizden bir isyan ve bir
kaçma duygusu düzenli işleyen şehirlerarası bir kara tren gibi, geçmekte. Derinden sarsılmaya ihtiyacımız var.
O büyük vurgun nerde?Kalbimizi oraya yazdıralım.
Ezberlenen bir şeyin kıymetli bir
şey olduğu muhakkak. Fakat ezber eylemi sonradan yozlaşıyor. Kendi kendini
çürütüyor. Ezberlediklerimizi nasılsa ezberimizde diye unutup gidiyoruz.
Bu sebeple hiç unutmadık paravanı
altında unutulan, görmezden gelinen, ihmal edilen hatta yok sayılan ne çok şey
var. “Yoksa ezber; var olanı hafızada varsaymanın getirdiği bir yok etme biçimi
mi?” diyeceğimiz kadar…
En çok ezberlediklerimizi
yaşamayışımıza bakılırsa ezber, neredeyse özellikle ezberleneni unutmak için
icat olunmuş. Bir insanın, bir bellekten farkı olmalı cümlesini kaç kere
kurdurdu bize, bilmiyorum.
Ezberi unutmalı.
Ya da sorgulamalı ve yeni bir
ezber geliştirmeli…
Ezberin, neredeyse ezberleneni
özelikle unutmak için icat olunduğunu düşünmem için yeterli delile ulaşalı çok
oldu. Bir insanın, bir bellekten farkı olmalı cümlesini kaç kere kurduk
bilmiyorum.
Ezberin biçimciliğini düşünürken,
sokağın köşesinde memleketinden getirdiği cevizleri satarken bir yandan kıran
ve yiyen satıcının kırdığı cevizlerin kabuğunu yediğini, içini çöpe attığını
hayal etmeye başlayacağız neredeyse…
Hafıza; içine aldığı, koruduğu ve
geleceğe taşıdığı her ne ise, o şeyin neden sadece kabuğunu alıyor? Kabuğa
açacak yeterli yeri var da öze yok mu?
O şeyin ruhunu, öz muhtevasını,
ne ise anlamını hafızasına almayarak o şeyi ezberlediğini, sıkı sıkı
kavradığını/muhafaza ettiğini düşünen " ne muhteşem bir belleğe
sahip!" diye mevkiine yerleşedursun, öz, kapı dışarı edildiği bu gür
mahkumiyete fazla dayanamıyor. Çekip gitmeden önce kabuğunun kapısında içeri,
kendi evine alınmayı bekliyor. Bekliyor...Bekliyor.
Özün içeri alınmadığı, ama hani
nihayet insan olmadığı için kapı dışarıda edilmediği bellek araçları çok ucuza
piyasada da satılıyor.
Mamafih bir belleğin ondan
yararlanan bir insana, o insan bundan yararlanacak bilince sahipse, muhafaza
ettiği her şeyin -pekala- özünü sunabilme imkanı da var.
Sadece kitap veya kitabi
unsurlardan bahsetmiyorum. Hayat da çok ezbere, çok üstünkörü, çok yüzeysel ve
işte nasıl ezberlenmişse aynen yaşanmaya ve evet belki öldürülmeye devam
ediyor.
İnsan soyu, "ezber kuvvetiyle” de hayatı öldürmeye
gelmiş bir müstevliler akını gibi...
Diriliği, canlılığı, canları ve
farklı bir alemin dirileri olarak cinleri, perileri, ilhamları, esinleri...öze
özgürlüğe dair ne varsa hepsini de...
Mesela...İnsan insanı kabuğundan
öğreniyor, kabuğundan ezberine alıyor.
Hemen unutmak için.
Sadece kutsal metinlerin değil,
hemen her şeyin ezberinin ve tekrarının had safhada olduğu bir çağda yalnızca ezbere
maruz olmayı seçiyorsak kötü. Böyle bir durumda akıl, toynaklarını sağlam
bilgiye şöyle güvene güvene basmıyor. Ahenkle yürümüyor, yürütülmüyor düş
yolunda...Kalp şaşırmıyor, heyecanla çarpmıyor, cezbeye uçmuyor.Etkileyen
olmaya gücümüz olmuyor. Çünkü etkilenmeyi unutuyoruz. Yalnızca bir şeyleri
kutusuyla, mahfazasıyla bir yerlere taşıyor gibiyiz. İçindekileri bilmiyoruz. Rüzgarsızız.
Etkilemeye ise hiç halimiz yok.
Büsbütün ezbersizliğin o ilk
şaşkınlığını, ilk duyma, ilk düşünme ve ilk kez edip eylemeyi çok özlüyoruz. Pek
çok şeyin ilk el halini, saf ve tekrarlana tekrarlana eksilmemiş, ezberlene
ezberlene unutulmamış hallerini arıyoruz.
Son zamanlarda bütün kıymetli
şeylerin hep birlikte bir şarkıyı bestelediklerini ve o şarkının insanlığın
kulağına uğultular halinde çarptığını duyuyorum.
Şarkının sözleri şöyle: “Beni
ezberine alma, unutursun!”