Beni anlamalısınız, yaşarken anlaşılmaya mecburum…
“Beni anlamalısın! Ben
kitap değilim, yaşarken anlaşılmaya mecburum! İnsan, sevilmekten çok anlaşılmak
istiyor!” Oğuz Atay, insana dair her şeyi işte birkaç cümleyle
ölümsüzleştirmiş. Gerçi, “insan sevilmekten çok anlaşılmak istiyor” iddiası
üzerine kararsız kaldığımı itiraf etmeliyim.
Sevilmek mi anlaşılmak
mı diye çok sancılı sorular ve ünlemler yükledim kalbime, beynime… net bir
cevap aldığımı söylemem zor. Sevilmek ve anlaşılmak arasında bir tercih yapmak
da! Hem zaten insan neden ikisi arasında bir tercih yapsın ki?
Hayatın doğası ya da
insanın özü kişiye hem sevilmeyi hem de anlaşılmayı bağışlayacak kadar cömert
değil mi ya da olamaz mı? En azından böyle bir ihtimalden bahsedemez miyiz?
Hangisi daha öncelikli olur bilemem ama emin olduğum şey insanın hem sevilmek
hem de anlaşılmak istemesiydi! Belki de sevilmek ve anlaşılmak arasında seçim
yapma müşkilatı yüksek bilinç seviyesine sahip kişilerin yaşadığı bir sınanma!
Anlaşılma duygusunu
hissetmek için kişinin en azından ortalama bir zekaya vasat üstü bir algı ve
donanıma sahip olması gerekir. Zaten hiçbir iddiası olmayan bir kişinin sadece
sevilmekle yaşamsal gereksinimini karşıladığını söyleyebilir miyiz? Öyle ya;
yaşamak, karnını doyurmak, giyinmek, eğlenmek üzerine kurguladığı hayatta
anlaşılmak duygusu neden bir gereksinim olsun ki? Daha güzeline daha iyisine
sahip olmak üzerine inşa ettiği mutluluk duygusu için olsa olsa sevilmek bir
haz duygusuna dönüşebilir!
Sevme ve sevilmenin bir
insan için ne kadar hayati önemde olduğunu hepimiz biliyoruz. Öte yandan beyninin
içinde doğurma sancıları çeken, mana ve anlam dünyasına varoluş kaygısını
yükleyen biri için en az sevilme kadar anlaşılma duygusu da eşlik edecektir. Değer
oluşturma, dünyaya ve insanlığa katkı sunma arayışındaki birey için bunun
temeli evren ve insanın varoluş anlamını keşfedip yeni inkişaflar peşinde
koşmak değil midir? Bilinmeze dair buluşlar, bilineni idrak etme, tecrübe
edilmemiş olan bir geleceğe zorunlu göçte bir anlam arayışı; sadece anlam… ve
her bir bilgi kırıntısı üzerine inşa edilen bilmeler, iman etmeler…
Tüm bu arayış ve
inkişaf sürecinde bilme ve öğrenme heyecanını besleyen, anlam yolculuğundaki bu
serüveni değerli kılan öğelerden birini de anlaşılma duygusu oluşturmaz mı?
Yolculuğun mihnet ve zorluğu, tırmanması zor yokuşlar bu sayede yolu bir vaha
sükûnetinde sermez mi arayıcının ayakları altına! Dümdüz ve sere serpe! Ve
eşlik eden dinginlik…
Tekamül yolculuğunda bu
noktaya gelen/eren kişi artık madde dünyasından mana alemine doğru kanat açmış
düalist bir bünyeye erişmiştir. Bir ayağı maddede diğeri manada uzanan ruh ve
beden bütünü için yaşamsal gereksinimler de değişmiştir! Salt sevme ve sevilme
duygusunun onu tatmin etmesi düşünülemez!
Sancılı yolculuğun
teslimiyet ve sükunet dolu bir zirveye ulaşması için artık anlaşılma duygusunu
da hissetmesi yaşamsal bir gereksinimdir. Sevilme duygusu tek başına yavan, ham
ve arkaiktir. Nirvana, anlaşılma duygusunun kuytu ve kıymetli köşelerinde
gizlidir. Sonu anlaşılmaya varmayan her yol, gürültülü ve mücadeleci bir
yolculuktur. İşte tam bu noktada anlaşıma duygusunun bazen sevilme duygusuyla
rekabete girdiğini görebiliriz!
Yine de hiçbir vakit
birinin varlığı diğerine aykırılık ya da rekabet oluşturacak değildir!
Birbirini besleyen, onaran, çoğaltan bir enerjiyle kişiyi yolculuğunda mukim ve
huzurlu kılar. Ve o vakit insan, beni hem sev hem de anla diye ferevan eder.
Sev ve anla! İkisinden birinin yokluğu hüsrandır ve kutlu yürüyüşü aksatır.
Tökezletir insanı! Sev ve anla beni! İşte tılsım, bu iki unsurda gizlidir! Oğuz
Atay ihtimaldir ki bu seviyeyi de geçmiş sadece anlam dünyasını huzura boğmak
için sadece anlaşılmayı seçmiş. Ben mi? Geldiğim nokta da hem sevilmek hem de
anlaşılmak diyorum! Ben bir kitap değilim ki beni öldükten sonra anlayın, ben
bir duvar değilim ki sevgisiz yaşayayım!
x/sabihadogann