Ben olsam ne sorardım
Seçim havasına girilmesi siyasetçileri epey gererken gazetecileri de epey
zora sokuyor.
Sevmediğim bir ayrım olsa da “yandaş gazeteci” ifadesinin
kullanılması bile yaşanan bu zorluğu gözler önüne seriyor.
Yayın politikası olarak “iktidara yakın düşüncede” olan
medya kuruluşlarıyla aynı yayın politikaları gereği “muhalefete
yakınsayan medya kuruluşlarının” çalışanları gerçekten de bazı
zorluklarla karşılaşabiliyor.
Bazıları için “Hükümetin Adamı” ya da “Muhalefetin
Kalemi” gibi ifadeler, bazen kolaylaştırıcı bir tabir
olsa da gazeteciler için çok küçültücü bir şey...
Kendisine “gazeteci” diyen ve “mesleğinin etik
gereklerini” yapmaya çalışan ve sadece ekmek parası peşinde koşanların
birçoğunun sadece yaşamaya çalıştığı bir sektörde onurunu korumak oldukça
zor bir durum hâline geldi.
Siyasetçilerin “emir eri” gibi gördüğü durumlar yaşandığı
gibi vatandaşın da bazen “partizanlık yapan gazeteci” istediği
garipliklere de şahit oluyoruz.
Dirayetli durarak “Sanat, sanat içindir.” ya da “Sanat,
halk içindir.” tartışması gibi “Gazetecilik, halk
içindir.” şiarını edinenler büyük çaba gösterse de bunu kural görenler
sonunda kendisini bulunduğu yerin tam karşısında istihdam eder hâle geliyor.
Çoğu gazeteci ise nabza göre şerbet vererek ayakta durmaya
çalışırken arada da doğruları söylemek için gayret gösteriyor.
Peki o ferasetine güvenilen harika ötesi vatandaşlarımız ne yapıyor?
Kimse kendi patronuna atarlanamaz, “Tamam efendim” derken, hiçbir
koruması olmayan gazetecileri “Fatih’in fedaisi” sanması
gafletine düşmesi akıl alır gibi değil.
Gazetecilere görev biçmek için bir yol gidilecekse önce vatandaşın
sahip çıkması sonra yargının kol kanat germesi olmazsa
olmaz bir gerçek.
Bunun haricini konuşmak hayallerin ifadesi olur sadece...
Gelelim gündeme...
İYİ Parti Genel Bakanı Sayın Meral Akşener’in geçen gün yaptığı
açıklamalarla Altılı Masa’yı epey bir sarstı.
Muhalefetin kendi iç dizaynını yapmaya çalıştığı açıkça görülüyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur görüşmeleri için Altılı
Masa üyelerini dolaşması İzmir’deki adaylık çıkışı
sonrasında gelecek "yeni bir açıklama" için havayı
yumuşatma olarak yorumlansa da "Altılı Masa’nın kurduğu voltranı"
yıkmasını beklemek beyhude olur.
Kemal Beyin adaylığı henüz kesin değil.
CHP içerisinde Kılıçdaroğlu’na karşı birçok ses var.
Bunun yanı sıra Akşener’in çıkışı da süreci farklı bir yola
soktu.
Artık Kemal beyin aday, Akşener’in başkan yardımcısı adayı olacağı ABD’deki
gibi bir çözüme ikna olma seçeneği ayyuka çıkmış durumda.
Altılı Masa’nın pazar günü toplantısındaki gündeminde ise seçimi
kazanmaları durumunda iktidarı nasıl paylaşacakları konusu görüşecekler.
Yani doğmamış bebeğe don biçiyorlar.
Halkın proje beklentilerini karşılamak sanırım öncelikli mesele değil!
Gelelim iktidar tarafına...
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın geçen gün gazetecilere yönelik çıkışı
çok konuşuldu.
"Talimat verildi!" denildi.
Soru sormak zor bir iş...
Öyle kolay değil.
Ama ben olsaydım sayın Erdoğan’a ne sorardım:
-Türkiye’nin önemli bir krizden geçtiği bu süreçte Cumhurbaşkanlığı ne gibi
tasarruf tedbirleri uyguluyor?
-Asgari ücretlilerin açlık sınırı altında çalışmasına nasıl çözüm
bulunacak?
-Konut çözümü için vergiler ile sınırlama yapılması gündeme neden
getirilmiyor?
-Arazi rantını sanayi rantına çevirmek için ne bir dönüşüm planı var?
-Muhalefetin proje üretemediği ve yapıcı olmadığı dile getiriliyor. Peki
muhalefetin Türkiye’nin gelişimine katkı sunması için iktidarın sorumluluk
alması gerekiyor mu?
-Türkiye’nin muasır medeniyet seviyesi ne olmalı?
Bunun gibi sorulacak birçok soru var. Kimseyi rahatsız etmeden vatandaşın
aklındaki sorulara cevap bulmak işimizin bir parçası olmalı.
Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve diğer liderlere de
soracak çok sorum var.
Ayrı ayrı özel sorularım olsa da hepsinin birleştiği bir soru sorarak
yazımı noktalayayım:
-Türkiye’nin gelişimi için en azından birkaç alanda iktidar ile birlikte
hareket alanı bulmaktan sizi alıkoyan şey nedir?