Dolar (USD)
34.47
Euro (EUR)
36.36
Gram Altın
2877.98
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Kasım 2024

​Ben kimim, kimim ben!

Hayat denilen yolculuğa ilişkin çokça öngörüde bulunmak çeşitli varsayımlar üzerinden ilerlemek mümkün. Zaten insanın anlamlandırmaya çalıştığı, üzerine en çok kafa yorduğu konulardan biri de hayat/yaşam olmuştur. Felsefi sorgulamalar bir yana somut ve kesin çıktıları üzerinden hayata dair ne çok kafa yorarız. İnsan ile varlık bulan hayat, doğumla birlikte zorunlu güzergah olarak hem derin hem çok basit, sade bir yolculuğun kapılarını açıyor. Ne hayata gelmek için gösterdiğimiz bir irade ne de bundan vazgeçip geriye dönmek gibi seçenekleri mevcut. Yani kısaca; doğduk ki yaşayacağız! İyi de nasıl yaşamak? Yaşamak nedir? Ekmek yiyip su içmekle doyan, birkaç parça kumaşla örtülen bir bedeni tatmin etmek kolay, peki mutmain edemediğimiz nedir?

Hayat, bedenin tahakküm ve hükümranlığı üzerinden ilerlermiş gibi görünürken ruhun buradaki rol ve beklentisi nedir? Sessiz bir izleyici formatında dünyayı temaşa ediyor olabilir mi? Ya da tüm varlığı bedenin konforu üzerine silikleştirilmiş, monte edilmiş bir manevi izlektir diyebilir miyiz? Hatta işin en başından başlarsak ruh/tin dediğimiz nedir? Herkesin buna iman etmişliği bulunur mu? Beden ve tin/ruh arasındaki ilişki ne boyuttadır? Hayatı sürdüren esas figür hangisidir? Mutluluk dediğimiz ruhun mu bedenin mi tatmini üzerine kurgulanmıştır?

İlahi bir güce koşulsuz inananlar olarak yapılan ilahi taksimi anlama yeter donanım ve kapasiteye sahip miyiz? Daha doğru deyimle insan bu nüansı, taksimatı anlayacak potansiyele sahip olarak yaratılmış mıdır? Kim ve ne olduğu kendisine ilham edilmiş ve öğretilmiş midir? İhsan buyrulmayan bilgiye ulaşmasının imkansızlığı dairesinde kaç kişi, hangileri bu soruların hakiki cevaplarına vakıf olabilmiştir.

Bu tür sorgulamalar bana Jackie Chan’in bir filmini hatırlatıyor; “Ben kimim?” sahi insan kimdir ve insan ruh mudur beden mi, veya başka türlü soracak olursak mutluluk, bedenin isteklerinin mi ruhun beklentilerinin tatminiyle gerçekleşir? Bütün insanların yaşamları boyunca peşinde koştukları mutluluk esasında ruha mı bedene mi hizmet etmektedir? Yoksa mutluluk da insanın büyük bir yanılgıyla peşinde koştuğu bir kurgusal imge, altından bir türlü geçilemeyecek olan ebemkuşağı mıdır?

Aslından bu minvalde ortaya iki soru çıkıyor. Birincisi mutluluk bedenin mi ruhun mu ihtiyacıdır, ikincisi mutluluk denilen şey gerçekten var mıdır? Cevaba ikinci sorudan başlayacak olursam şu satırları kaleme aldığım dakikalarda mutluluk diye bir olgunun kesinliğinden eminim ama bu düşüncemin tüm yaşamım boyunca aynı kalacağının taahhüdünü veremem. Bugün doğru dediğini yarın yanlış bulan bir formata sahip insan için düşüncede de fikirde de mutlak fikirden bahsetmek biraz romantik olur düşüncesindeyim...

Mutluluk bir sanrı ya da imge değilse mutluluğun peşinde koşan, ihtiyaç duyan kim? Beden ve ruhun aslında ayrı ayrı hareket etmeyen, birbirinin varlığını tamamlayan ve diğerinin tatminiyle mutlak mutluluğa, doyuma, tamamlanmışlık hissine sahip olduğuna yani mutluluğa eriştiğini tam bir inanmışlıkla ifade edebilirim. Yani mutluluk ne bedeni merkeze alan ne de tamamen göz ardı edip yok sayan sadece soyut imgeler, kavramlar üzerinden ilerleyen bir odak noktası değildir. Birinin tatmini diğerini besleyen ve beden/ruh bütünleşik yaklaşımla yaşam amacına ulaştıran iç içe geçmiş bir mekanizma. Her biri varlığını diğerine borçlu. Biri ihmal edilirse diğeri de eksilen. Mutluluk, ikisini de de bir ve bütün görüp tüm tatmin mekanizmasını bunun üzerine kurgulamakla mümkün. Mutluluk erişilmez bir imge değil bu sentezi yapmakla erişilecek nirvana. Yoksa insan beden ve ruhunun isyanıyla her bir zerresiyle tüm evrene avazı çıktığı kadar haykırır; “Kimim ben, ben kimim!”

x/sabihadogann