Ben "hoca" değilim
-kimi insanların kişisel tecrübeleri aynı zamanda acayip toplumsaldır-
Sizler öğrenci/talebe olabilirsiniz. Fakat ben hoca
değilim.
Öncelikle şahsen çok farklı resmi veya sivil
kurumlarda, ensemden tutulup kürsüye çıkarılmış ve eğitim sahası ve pratiğinin
tözünü yutmuş biri olarak hayatım boyunca “hocam” kelimesiyle hitap
edilmesine karşı çekimser kaldım. Topluma mal olmakla, toplumun malı oluvermek
arasındaki ince farkı kaybetme gibi bir fobiyi göğsümde madalyon gibi taşıdım.
Hala onurla…Akdeniz sahillerinden başlayıp İstanbul’da son bulan söyleşiler
dizisi yolculuğumda taşradaki sivil eğitimci-halk arasındaki hoca-öğrenci
ilişkisine dair gözlemlerimi unutmam mümkün değil.
Bu hitabın benim için hoş olmamasının en büyük ilk
nedeni elbette fazlasıyla yozlaştırılmış olmasıydı. Biz eskiden kalbi sökülmüş
her kelimeden hortlak görmüş gibi kaçardık. Taşrada milli eğitime bağlı bir
devlet memuru olarak görevlerine dağılan hoca-öğretmenlerin hakkında da farklı
izlenimlerim hep olmuştur. Farklı bir yazı konusudur. Özel kalemimiz/klavyemiz
not etsin. Veya kalemimiz özel olarak not etsin. Ancak bu yazımda daha çok
sivil-yaygın dini eğitim sahasındaki gözlemlerim üzerinden gideceğim.
Nedense hoca deyince akla kibirli, etrafına üstten
bakan bu nedenle bilgisiz yığın olarak gördüğü çevresine saygısızca emirler
yağdıran, hele dini bir çerçevede ise düpedüz fetvacı, hem de Allah adına
yüceltilmiş bir kisve altında herkese “şunu yap şunu yapma” diyen emrivaki
delisi bir tipleme gelirdi. Her zaman söylüyoruz. İstisnalar kaideyi keşke
bozsalardı. Fakat bozamadılar. Her neyse. En başta benim kaçtığım ve çoğunlukla
ezber, tekrar olan dini gevezeliklerini hiç dinlemediğim bu tiplemelerden biri
olmamak gerektiğiyle çok sıkı koşullanmıştım. Yanı sıra şahsıma ruhani bir hava
vermemeye, burun deliklerimi mistik solukların muhalefeti ile gereğinden fazla
açmamaya, başımı mümkün mertebe sağa yatırmamaya çalışmam da tamamen “hoca”
olmamaya dair, içten içe sıkı sıkı tembihlenmiş olmamla alakalıydı. Ara sıra
tenhada kendime yakalandığımda eğer onlardan biri olursan, eğer hoca olursan
seni gebertirim dediğim de vakidir.
Uzun bir süre, gençliğin getirdiği akıllı deliliklerle
birlikte, yozlaşmamış bir hoca göreceğim umudunu kaybetmiş gibi keskin davranacak
kadar bunalmış ve böyle bir karakteri oluşturmanın bütün yükünü üzerime kalmış
vaziyette yaşadığımı itiraf etmeliyim. Birinci tekil şahıslı ifadelerimi hoş
görün. Fakat hem yurdun kıyı, sahil kesimlerinde ilklik bakımından, hem ilk
kadınlar olma bakımından ne kadar yalnızdık…Ne kadar bir başınaydık. Bu
yalnızlık -Kuran-ı Kerim’in içinden taptaze hayat çıkacak bir anlamı var-
fikrinin ülkemde o yıllarda nadirattan olmasıyla ve henüz bu mücadelenin en
başlarında olmamızla açıklanabilir.
Bu hızla, çok zaman, fıtri ayarlarımızı zorlayacak
kadar “peygamber sabrı”nı kendimize dayatırken, özgür bedeviliği halkımıza
bıraktığımızı da belirtelim. Şayet yalan atıyorsak ta Allah belamızı
verecektir. Bu yükü nerden aldık, bir zaman bilinmeyen bir süper güç kanalıyla
bizim o kuşağa “elçilik aşısı” vuruldu da bizler onun esiri miydik,
bilemiyorum. Fakat bir kuşağın insanlarıyla bu satırlarda buluştuğumuza ve
karşılıklı biraz acı da olsa tebessüm ettiğimize inanıyorum.
Takıntı halinde reddettiğim ve hala birilerinin o şekilde
hitabıyla irkildiğim o kelimeden kaçmamın bir diğer sebebine gelince, henüz
lisansı bitirdiğim yıllarda rastladığım bir gazete kupüründe bir fakülte hocası
yeni mezun ettiği öğrencilerine “Evlatlarım siz mezun olmakla hoca olmadınız.
Fakat zaman sizi hoca yaptı.” Diyordu. Hakikaten bilgisizlik veya kırık kopuk,
bir nevi sanalı çıkmadan evvelki gerçek sosyal medya, torba olmadığı için
büzemediklerimiz, sokak ve şehir gugılının motor gücü o kadar serseri bir hızda
ve savrulmadaydı ki, birazcık bilgisi olana hemen “hocam” deniliyordu. Bu
konumdan yararlanmak ve konumun kendince saltanatına yerleşmek ve oradan
cehalet sınıflarına basınmak isteyen her karaktersiz için çok verimli(!) bir
ortamdı. Dolayısıyla din adına sömürü düzeni kurulmuş oluyordu. Hem de hiçbir
mukavemetle karşılaşmadan hem kişisel hem kurumsal olarak pekala
sürdürülebiliyordu. Hoca efendi, hoca hanım, hacı anne, hacı abla, hacı abi
olarak hem de bin bir çeşit cemaat öbeğinde ortalık istemediğiniz kadar hoca
kaynıyordu. Herhangi bir cemaat içinde daha büyük oranda olmak kaydıyla fakat
hiçbir cemaate katılmamış, serbest elektron gibi yaşayanların içinde bile
hocalık vasfı, hemen herkese otomatik bir imtiyaz müjdeliyordu. Hiçbir konunun
düşünülmeden sorulduğu, verdiği her cevabın kesin doğru olduğu, yanına aşırı
saygı gösterileriyle girilen, çıkarken geri basılan tiplerin türediği bir
çağdı. Örgün eğitim ağının yanında böyle de bir yaygın ağ vardı.
Üzgünüm ama ben de bir hocaydım. Hiç istemediğim ve
neredeyse otuz yıl mücadele ettiğim halde bu kelimeye maruz kaldığım oldu.
Halbuki yozlaştırılmış kelimelerle arama hep mesafe koyardım. Bu yüzden
çok özel bir sevgi içeren “sevgilim” ve “aşkım” kelimelerini duymam dahi
sevgiden, aşktan bahsettiğini iddia ettiği halde kalbimin kederden buruşmasına
sebebiyet verir/di.
Yine de, yazının sonuna doğru bir örnek anlatmadan
önce “hocam” hitabını övgü değil, bilgi-biliç-düşünce üstünlüğüne saygı
anlamında kullanan bilinçli insanlara saygı duyduğumu da belirtmeliyim.
Bu konuya ekleyeceğim çok anekdot var elimde. Ancak
ilk aklıma gelen, hocam hitabı için bir cemaatle epey çekişmiş
olmamdır. İzninizle mitolojik bir üslupla anlatacağım. (Gülümsüyorum bir
yandan…)
Sağ, sol, tarikat, kulüp fark etmez insanın olduğu
mekanlara girmek, tanışık, barışık olmak isterdim. Kuran cesur bir kitap ve
bana hep cesaret vermiştir. Bir vesile ile gittiğim bir bünyede, herkes herkese
hocam hocam demekten adeta bitkin düşmüş ve kalkmış idi. Gördüm ki hocalarına
mübarek sırtlarını dönmeden, geri geri basaraktan çıkıyorlar idi.
Beni de bir vesile ile oynar başlıklar ile
baştan aşağı süzdüler idi. Puan alamamış idim. O cemaatten, daha doğrusu
hiç bir cemaatten olmadığım için, anne kızlık soyadımın güzel ve özelliğine
rağmen hidayetim onaylanmamış idi. Ha kafirdim, ha olacaktım. Olmasaydım
eyiydi.
Neyse işte. Pek çok itiraz cümlemin yanında şunu
diyebilmiş idim ivedilikle:
"Sizin kurslarınız hoca fabrikası zaten. Ne kadar
seri ürüyorsunuz."
Böyle. Bu iş uzar gider. Tecrübeler kitap olmak için
kalemin ayaklarını öperek yalvarıp dururlar.