Ben çok ciddiyim
Bu konunun temel problemi zihnimde şu biçimde şekillendi. Özellikle İslam üzerine araştırma yapan oryantalistlerin çalışmalarıyla ilgili öğrencilerin ve çevrenin sorduğu bazı sorular ya da dile getirdiği yargılar var. Bu yargı; oryantalistlerin İslam’a karşı önyargılı olduğu varsayımını elde var olarak kabul ediyor. Bu durum Oryantalistlerin “kötü niyetli” olduğu gibi bir yargıyı peşinden sürüklüyor; daha sonra da oryantalistlerin bu tür çalışmalarına dair köklü rezervleri birlikte getiriyor.
Bazı oryantalistlerin İslam’a dair kimi çalışmalarını okuduğumda ben açıkçası külli anlamda bu varsayımı doğrulayacak bir done bulamadım. Söz gelimi; Watt’ın çalışmaları ve Louis Gardet’nin “Müslüman Site” isimli çalışması gibi. Elbette Oryantalistlerin İslam’a dair yargılarında bazı problemler, isabetli olmayan görüşler var. Ancak bunu ben “Batı kültürünün içinden İslam’ı okuma” şeklinde düşündüğümde elbette isabetsizlikler ve yanlışlar olacaktır. Diğer yandan Oryantalistlerin kendi dinlerini doğru ve önemli bulmaları kadar doğal bir şey de yoktur. Meseleyi tersinden düşünecek olursak, Müslümanlar da şayet böyle çalışmalar yapsa-ki yapılanlar var- o çalışmalarda da bu tür asabiyetlere ve isabetsizliklere rastlanır.
Fakat benim burada daha ziyade dikkat çekmek istediğim nokta; Batı’da hangi konuda olursa olsun gerek bilimsel çalışmaların gerekse diğer işlerin ciddiye alınması ve yapılmasıdır. Oryantalistler söz konusu olduğunda anlatılan tecrübe ve hikayelere bakacak olursak, ilim adamı işini ciddiye alarak İslam ülkelerini ziyaret ediyor, Kur’an’ı baştan sona öğreniyor ve klasik kitapları okuyor. Ondan sonra İslam üzerine bir tez inşa etmeye başlıyor. Bu ciddiyet baştan sona takdir edilmesi gereken bir durumdur. Fransa’da sosyolog Jacques Berk için bahsederler. Adam, inanmadığı halde İncil’e baştan sona hakimdir.
Şimdi tüm bu açılardan bir özeleştiri yapalım. Aydınlarımız epey uzun süre dinle aralarına mesafe koymayı entelektüelliğin bir gereği olarak gördüler. Aslında bu tavır, bugün de hala devam etmektedir. Âyetle hadisin farkını bilmeyen insanlar bu memlekette kendilerini entelektüel gördüler. Dolayısıyla ne yaptıkları işi ciddiye aldılar, ne de bu topraklara değdiler. Fakat açıkçası bu mentalitenin gideceği yol artık kendi sınırlarına dayanmış durumda. Çünkü bu mentalite ile ne dünyayı açıklamak mümkün ne de karşımızdaki devasa güçlerle başa çıkabilmek.
Toplumumuzda herkes sahip olduğu ideoloji ya da dinin, mutlak belirleyiciliğiyle sorunların halledileceğini düşünüyor ve “diğer ideoloji”nin ülkeyi mahvedeceğini iddia ediyor. Böyle bir hengamede etki-tepkisellikten mütevellit, ne kimse birbirini dinliyor ne de sağlıklı tartışmalar yapılıyor. Nedense zihinlerde “bir düşünce” kendi varlığını sürekli başkalarının yokluğu üzerine inşa ediyor. Halbuki bir toplum için en yıkıcı olan şeyin ciddiyetsizlik olduğunu görmüyor.
Toplumda geliştirilmeye çalışılan kural ve ilkeler ise, çoğu zaman insanların üzerine değmeden uzaya doğru yol alıyorlar. Dolayısıyla işler de rastgele ve “mış gibi” şeklinde sonuçlanıyor. Aynı toplumda yaşayan fertler olarak, şikayet ettiğimiz unsurların hepsine aslında biz kendi ciddiyetsizliğimizle kalım hakkı veriyor ve sorunları derinleştiriyoruz.
“İşimizi ciddiye almak” bu anlamda başlangıç noktası olmalı. Liseli genç ödevini, temizlik işçisi görevini, araştırmacı işini yaparken bunun ciddiye almalı. Kişiler, işlerini ciddiye almalarına farklı ideolojik referanslar bulabilir; ama önemli olan ciddiyete doğru bir adımdır.