Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Ağustos 2022

Beklenen...

Sabır selameti, toprak suyu, sabah güneşi... Hasta şifayı, yara merhemi, dua cevabı... Ömür, sonunda ölümü...

Nedir, ne değildir beklenen? Doğum sancısı misali içimizi kaplayan bekleyişimiz nereye kadar? Gündüz, yerini geceye bırakırken sabahı bekleyen biz. Güneşi uğurlamaya hazırlanan yine biziz. Bekleyiş bir sabır dersi değil midir? Beklenen varsa bekletene ne düşer? Her şey bekleyene mi düşer? Bir kavuşma hikâyesi değil de nedir bu yolculuk? Karşı karşıya duran iki dağ ve derin vadi. Kavuşmak mümkün görünmez. İki yakada bulunanları kavuşturmak için gerilen kalın bir ip. İpten tutunarak karşıya geçmeye çalışan ve içinde heyecan, umut ve korku taşıyan nice insan vardır. Kim böyle değildir? Zaman geçiyor, ip yıpranıyor, incelmiş ve biz kavuşma umuduyla tutunuyoruz o ipe.

Vaktizamanında konuşmuştu bir kalp ehli. Ondan kalan birkaç kelam geldi, kondu dilimin ucuna: “Eskiyor, yaşlanıyor, geçiyor her şey. Neye baksam zamanı geçiyor. Mîâdı doluyor her şeyin, bir sen her dem tazesin, ey sevgili! Ne sunayım sana, canımdan gayrı kalmadı servetim…” Yahya Kemal, “Artık ne gelen ne beklenen var;/Tenha yolun ortasında rüzgâr” derken hangi ruh hâli içindeydi? Şimdi bizi bu tenha hâlde bırakmak dünyanın oyunu mudur? Çok mu şey bekliyoruz buradan?

Kapıda beklemek. Evet, hiç kapıda beklediniz mi? Saatlerce beklemek... Dakikalar beyninize tık tık vuruyor. Nefesiniz boğazınızda acımtırak bir tat bırakırken, kalbinize giden damarlarda gittikçe daralma hissini yaşarken dünyanın oyununu çözmek mümkün müdür? Varlığını bildiğiniz ama yokluğunu düşünmediğiniz beklenen… Eşiktesiniz. Tedirginsiniz. İmkânı kalmayan, isyana varan bekleyiş bir ateş topu olup göklere çıkıyor. Sonra yağmur gibi yağıyor ateş. Altında siz varsınız. Çaresiz bekleyiş böyledir.

Necip Fazıl Kısakürek’in “Beklenen” şiirinde dile getirdiği duygu yoğunluğunu nasıl anlamalı? “Ne hasta bekler sabahı/ Ne taze ölüyü mezar/Ne de şeytan, bir günahı/ Seni beklediğim kadar.” Derecesi çok yüksek bir duygu yoğunluğu. Bu ruh hâlinin tahlili mümkün müdür? Sanırım zor. Beklenene hasredilen bu içten ve coşkun hissiyat karşılıksız kalırsa ne olur? Aslında böyle bir ruhu anlamak kolay da değildir. Sadece bekleyeni değil bekleneni de bilmek lazım. Baştan demiştik, iki büyük dağ ve ortasında derin bir vadi. Birinin diğerine kavuşması, ne mümkün! Ancak her ikisinin de en derininde bir ateş yok mudur? Dağları yerinden ne oynatır? Hangisi bekleyen, hangisi beklenendir? Biri, diğerinin yerine geçmez mi? Dünya aldatıcıdır, deyip geçmek kolay. Kim, kime hasret duyar? Kimin acısı, ızdırabı daha büyüktür? Yanardağlar derdini püskürtür, rahatlar; ateşi içinde kalan dağların hâli nicedir? Bekleyenin ateşi içte ise daima kendini yakacaktır.

Necip Fazıl 1930 yılında yazdığı “Bekleyen” şiirinde, “Ölürsün... Kapanır yollar geriye/ Ben mezarla sırdaş olur, beklerim/ Varılmaz hayale işaret diye/ Toprağında bir taş olur, beklerim...” diyerek sonsuz bir bekleyiş içine girer. Bu bekleyişi sabır ile izah etmek de zordur. Hududu ve derecesi ölçülemeyen bir aşkın hikâyesidir bu bekleyiş. Işığı görmeyen çiçek açar mı? Açsa da yaşar mı? Işığımız sönmesin, gidilecek daha çok yolumuz var, demişseniz sizi sonsuza değin bekleyen çıkar. Çünkü beklenen tektir ve güneştir.