Bekir Urfalı'nın Mihriban'ı
Klasik şiirimizin Anadolu’da bir damarı var ve bu damar hala devam ediyor. Bu şiir damarı, Urfa’da ise bilinen kalıpların aksine divan edebiyatı ve halk edebiyatı iç içe yürüyor. Daha önce Urfa’da gazelhanlık geleneği üzerine inceleme yapmış ve bir makale yazmıştım. Bu araştırmada Urfa’daki gazelhanların türkü ve hoyrat alanında da mahir olduğunu müşahede etmiş ve bu durumda şaşkınlığım hayranlığa dönüşmüştü.
Urfa'da mütevazı bir şiir damarı var. Gelenekten beslenen, geleceğe umut veren bir şiir damarı var. Bu mütevazı şiir damarının yaşayan en önemli temsilcisi Bekir Urfalı’dır. Şiiri yaşatan ve şiiriyle yaşayan Şair Bekir Urfalı’yı 2000’li yılların başında tanıdım. Ay Vakti Dergisi’nin ilk sayısında merhum S. Ahmet Kaya ile birlikte onun da şiirine rast gelmiştim. Başka dergilerde de şiirleri çıkıyordu. Ama Ay Vakti dergisiyle özdeşleşmişti.
Yaklaşık 20 yıldır Bekir Urfalı’nın şiirini biliyorum, okuyorum. Ama onun şiir macerası 40 yılı aştı. 'Ateşin Düştüğü Yerden' ve 'Gül Yarası' adlı şiir kitaplarından sonra bu yazıma ilham olan “Mihriban” adlı şiir kitabı da okuyucularla buluştu. Kitabın ilk sayfayı çevirdiğimde şu mısralarla karşılaştım.,
Sabahın seherinde görmüştüm gülde Seni /
Saçların nergis, sümbül yüzünde gül deseni...
Kitabın kapağında “Mihriban” ismine rast gelince ilk olarak şunu düşündüm. Acaba Şair Bekir Urfalı, “Mihriban” şiirini yeniden mi kaleme aldı? Bunda yadırganacak bir şey yoktu. Mihriban şairi olarak anılan merhum Abdurrahim Karakoç’tan önce de bir “Mihriban” şiiri vardı. Daha doğrusu anonim bir türküydü bu “Mihriban”. Fakat Abdürrahim Karakoç’un yazdığı “Mihriban” şiiri ezberlendi, sevildi, okundu. Şiir olarak zirve halini yaşadı ve bu zirve halini şaire de yaşattı.
Klasik edebiyat dediğimiz Divan Edebiyatında da bu örneklerle çok karşılaşıyoruz. Zaten bu edebiyatı yapan “klasik” eden faktör de bu değil miydi?
Örneğin büyük şair Fuzûlî “Leyla vü Mecnun” mesnevisi için “ Türk Edebiyatında ilk ben yazdım” demişti. Fakat Ali Şir Nevaî ondan önce Türkçe Leyla vü Mecnun’u yazmıştı. Ondan önce de Nizamî Gencevî Farsça olarak Leyla vü Mecnun’u kaleme almıştı.
Daha sonra da bu eseri yazanlar oldu. Şekil olarak mesneviden farklı olsa da içerik olarak aynı olan Sezai Karakoç’un “Leyla vü Mecnun”u bizi daha çok etkiledi.
Gelelim Bekir Urfa’lının “Mihriban”ına. Kitabın sayfalarını tek tek çevirdim. Sondan başa geldim. Baştan sona gittim. Değil şiirler arasında, mısralar arasında bile bir “Mihriban” kelimesine rastlamadım. Acaba dedim şair, “Mihriban” kelimesinin Farsça aslını hatırlayıp her bir şiirine güneş ve şiirlerinin hepsine de “Güneşler” anlamında “Mihriban” mı demek istemiş. Bir Arap Atasözü der ki “Mana şairin karnındadır, bilinmez.”
Bekir Urfalı’dan birkaç mısra daha:
Bir gönül sarayına taş üstüne taş koma/
Çek
sevda kılıcını omuzlarda baş koma
Yakıp yıkıp talan et yağmala hânümânı /
Kes
bütün nehirleri gözlerimde yaş koma