“Beka sorunu” sorunu
Sayın Cumhurbaşkanı “beka sorunu” söylemini her fırsatta dillendiriyor. Sayın Devlet Bahçeli’de aynı konunun üzerinde ısrarla duruyor. MHP Lideri, Türk siyasi hayatında benzerini görmediğimiz fedakârlığının sebebini bu kaygıya bağlıyor.
Muhalefet liderleri ise 31 Mart’ta yapılacak seçimin mahalli seçim olduğunu, çıkacak neticenin devletin bekası ile ilişkilendirilemeyeceğini, dolayısıyla Cumhur İttifakını oluşturan partilerin asıl kaygılarının, devletin değil kendilerinin bekası olduğunu söylüyor. Bu itiraz toplumun belli bir kesimince inandırıcı bulunuyor ve siyasi istismar denilerek dudak bükülüyor.
İnsanoğlu tarafından hangi değer istismar edilmemiş ki? Hele birde günlük politikanın toplumda bıraktığı acı tecrübeler hatırlanacak olursa bu kesime de hak vermemek elde değil.
Lakin biraz serinkanlı düşünecek olursak beka konusundaki söylemin o kadar da çürük bir temelinin olmadığını kolayca fark edebiliriz.
Şunu unutmayalım ki küresel bir bunalım içerisinden geçiyoruz. İlk cihan harbi neticesi yapılan dünyanın paylaşımı eskidi.
Bereket o dönemde Lenin’in Sosyalist ihtilali neticesi Rusya savaştan çekilmişti. Daha da önemlisi Batı, Sosyalist dünya ile arasında büyükçe bir tampon bölgeyi gerekli görmüştü de Anadolu elimizde kalmıştı.
Şimdi ise böyle bir avantajımız da yok.
Evet, yeni bir dünya savaşı yaşanıyor… Yakın bir gelecekte çok daha öldürücü boyutlara ulaşmayacağının hiçbir garantisi yok.
Onlarca yıl uygulanan yanlış politikalarla küstürülen Kürt halkının istismarı son raddesine ulaştı. ABD binlerce tır silahı hiç düşünmeden veriyor, amaç belli Türkiye’yi bölmek. Anadolu’yu asırlar boyu süregelen siyasal ağırlığından tamamen ve ebediyen mahrum etmek.
Gezi olaylarının masum ağaç sevgisinden kaynaklanmadığı artık herkesin malumu.
15 Temmuz gecesi Amerikan yapımı ihanet kalkışması halen daha hafızalarımızda bütün sıcaklığı ile duruyor.
Yarın aynı eylemlerin yaşanmayacağının garantisini kim verebilir?
Eğri oturalım doğru konuşalım: Bu iktidar zor durumda kalırsa kim sevinir? Başta İsrail ve Amerika olmak üzere bütün Batılılar ve Batıya ruhunu satmış Batıcılar.
Peki, kim üzülür? Dünyanın bütün mazlum Müslümanları. Şu anda yeryüzündeki bütün samimi Müslümanlar ellerini açmış Allah’a dua ediyor: “Rabbim Recep Tayyip Erdoğan’ı sen muzaffer kıl” diye.
Biri sorabilir: Recep Tayyip Erdoğan’ın hiç mi kusuru yok?
Olmaz mı, elbette ki var!
Lakin bütün suç onda mı? Konjonktürden faydalanmaktan başka bir şey düşünmeyen öncesinin mücahitlerinin hiç mi suçu yok?
İçeri sızan hırsızların söylentisi ayyuka çıktı. Adam kayırma gırla gidiyor; işi ehline vermemek tedavi kabul görmez bir hastalığımız.
Bunların hepsi doğru ama unutmayalım, eskisinden daha katı laik uygulamalar için sabırsızlıkla bekleyen Kemalist kafalar pusuya sinmiş vaziyette seçimin sonucunu bekliyor.
Bazı Müslümanlar da sonunu kestirmeden tepki gösteriyor.
Kardeşler bu iktidarı döveceksek küresel düşmanları karşısında boynunu bükerek dövmeyelim.
Eski gücünü bahşedelim ve onlara “Müslümanların sizi sevmesi yüzü suyu hürmetine bir daha destekledik” diyelim. “Dünya mazlumlarının umutları kırılmasın, müstekbirler bir zafer daha kazandık demesinler diye arkanızda durmaya devam ettik” diyelim.
Hatırlayalım ki hani Hz. Ebubekir “ben saparsam ne yaparsınız?” sorusu üzerine ashap “kılıçlarımızla düzeltiriz” demişti de bunun üzerine Hz. Ebubekir Allah’a hamd etmişti. Beni yanlıştan kurtaracak dostlarım var diye, sadece Allah rızası için seven kardeşlerim var diye.
İşte bunu hayata geçirelim. Hem de Allah Rızası için. “Kimseyi kabul etmiyormuş, dinlemiyormuş.” Varsın olsun, sen dinletmesini bil yeter ki, işin ehlinden bir sivil platform kurulur ve şikâyetler kamuoyu ile paylaşılır olur biter.
Yeter ki yapılmak istensin.
Ama ne olur, bu ortamda Sayın Cumhurbaşkanını yalnız bırakmayalım.
Hem unutmayalım ki uğursuz beka sorunu misafiri tahminlerimizin ötesinde sahici bir sorun olarak, kapımızın zilini çalıyor.