Beka Sorunu Nedir ?
Beka sorunu var mı yok mu tartışmaları başını almış giderken, İyi Parti milletvekili Yavuz Ağıralioğlu’nun çoğunlukla doğru ama doğruyu yanlış için kullandığı şu sözler geldi aklıma.
“ Türk Milleti Ak Parti'den önce de vardı, Ak Parti'den sonra da var olacak. Türk Devleti; Zigetvar'da vefat eden Kanunî'yi oraya defnedip, hedeflerinden vazgeçmeyen bir geleneğe sahiptir. Devlet, kişilerle, partilerle, fânilerle, "berat dağıtan politikacılarla" kaim değildir.”
Öncelikle, devlet kişilerden, fanilerden oluşur. Bir inancı, ideolojiYİ, dünya görüşünü yani bir “anlayışı” hayata tatbik eden sistemli ve organize olmuş büyük çaplı organizasyon demektir. Bu manada devlet kişilerle değil, fikriyle-anlayışıyla kaimdir. Bugün beka sorununun sebebi “devletin fikir ve anlayış zemininin” belirsizliğinden kaynaklıdır.
Kanuni’nin Zigetvar’da düştüğü yerden devlet geleneğini sürdüren kadrolar, inancı ve idealine bağlı kadrolardı. Osmanlı bir İslam Devletiydi. Son İslam Devleti. İlayi Kelimetullah sancağını yeryüzünde dikilmedik tek karış toprak bırakmayana kadar “Kızıl Elma” ülküsünün peşinde giden İslam devleti.
Sultan Abdülaziz’in Dışişleri Bakanı olarak Paris’e giden Keçecizade Fuat Paşa Fransa İmparatoru III. Napolyon’a ; “Haşmetmeab,, üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden uğraştık Osmanlı’yı yıkamadık!” sözünün üzerinden yüz yıl geçmemişti koca imparatorluğu yıktıklarında. Ümmetin sancağı düştü, topraklarımız işgal edildi. Osmanlı’yı dışardan yıkmaya çalışan emperyalist haçlı güruhun, içimizden devşirdiği ve neredeyse yüz yıldır devleti istedikleri gibi güden zihniyetle olan mücadelenin adıdır beka sorunu.
Sadece Türkiye olarak bizim değil, İslam Coğrafyasıyla beraber dünyadaki mazlum, yalnız, sömürülecek toprakları ve kullanılacak insanları olan her ülke ve milletin beka sorunu var.
Devlet dediğin sadece sınırları belirlenmiş, hiyerarşik yapılanmasıyla kurumsallığı oluşturulmuş bir yapı değildir. Emperyalistlerin çölde toprağın üzerine bir çubukla sınırlarını çizerek oluşturduğu devletlerin(!) veya AB-D’nin emir eri haline gelmiş devletçiklerin dolu olduğu bir dünyada, devlet olmanın tanımını bu şekilde yapmak, kadim devlet geleneğine sahip Türk devlet idealini anlamamaktır.
İnsan, bir gaye yolunda yaşaması için var edilmiştir. Parti, cemaat, cemiyet, imkan, makam ve mevkilerin bu ideale hizmet ettiği ölçüde kıymetli oluşu gibi, Devlet de vasıtadır ! Fikrin, idealin, inancın hayata tatbiki ve yeryüzünde insanlığa hizmet etmenin vasıtasıdır. Bu ideale hizmeti nispetince kutsaldır. Yoksa sadece kuru bir devlet kutsallığından bahsedilirse, emperyalist zalimlerinki de şekli olarak bir devlettir !
Bin beş yüz yıllık İslam tarihinin, neredeyse bin yılında İslam’ın sancaktarlığını yapmış Türk milletinin geleceği, bu idealden kopartmak isteyenlerle, bu ideale sarılarak tarihi misyonunu üstlenmesini isteyenler arasında devam eden kavgayla belirleneceği için, devletin beka sorunu vardır.
Seçimler ve politik hamleler, bu geçiş sürecinin bir süre daha devam etmesi, yatağına girmiş suyun hedefine varmasına yol açacağı için önemlidir. Bir taraf öyle veya böyle bu gayeye hizmet ederken, karşı taraf bunu engellemek için her şeyi yapmaktadır.
Mesele kendini bilmez politikacıların dağıttıkları “beraat” belgeleri değil, kötüler arsasında tercih yapmak zorunda kalmış iyilerin “yatağına girmiş suyu” hedefine vardırmak için ettikleri dua ve gösterdikleri çabadır !
Yavuz Başkan’ın da çok iyi bildiği gibi, ya bu ideali kuşanıp “Devleti Ebed Müddet” anlayışıyla var olacağız, yahut bizimle beraber bütün ümmet coğrafyasının çok uzun bir dönem daha talan edilişine çaresizce katlanacağız.