Bediüzzaman'ın ideali İslam Birliği'ydi
Bu sene vefatının 60. Yılında rahmetle andığımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin en büyük ideallerinden birisi, İttihad-ı İslam’ın gerçekleşmesiydi.
Bu yıl, salgın dolayısıyla sevilen birçok şahsiyetin doğum veya vefat yıldönümlerine dair programlar yapılamadı, toplantılar düzenlenemedi. Bunların başında, 2020’de vefatının 60. yılında rahmet, şükran ve minnetle yâd ettiğimiz İslam âlimi üstat Bediüzzaman Said Nursi geliyor. Ömrünü milletimizin imanını kurtarmaya adayan, yüzbinlerce talebe yetiştiren, bugün dünyanın 60 diline tercüme edilen Risale-i Nur Külliyatı’nı telif edip bize armağan eden Hazret, daha yaşarken hayatıyla efsaneleşen bir iman, fikir, dava ve ideal adamıydı.
“Bin Said feda olsun”
Aydın geçinen birçok, cahil ne yazık ki onu tanımadıkları, fikirlerini ve eserlerini bilmedikleri için ona karşı durdular, hatta düşman oldular. Hâlbuki o ömrü boyunca kendisini düşünmemiş, dünyalık edinmemiş, aksine zindanlara atılmış, eziyetlere uğramış ama milletimizin imanına hizmet etmekten asla vazgeçmemiştir. Davası uğrunda çalışırken kendisini öne çıkarmadığı gibi aksine arka plânda kalmış ve talebelerine de ‘müspet hareket’ etmeyi tavsiye etmiştir. “Said yoktur; Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.” diyen üstat, çektiği acılar, doldurduğu çileler ve maruz kaldığı bed muamelelere rağmen şu sözleri söyleyebilmiş civanmert bir kahramandır: “Mademki: Nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor, bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helal olsun. Bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim.” Şüphesiz bu sözler, kuvvetli bir imana sahip olan seciyesi yüksek bir fazilet abidesinin fedakârlığını ve yiğitçe tavrını gösteriyor.
Kıymetini bilmeyenler
Onu tanımak istemeyenler, yüce davasını fark edemeyenler hayatta iken de, 23 Mart 1960 tarihinde ebediyete yürüdükten sonra da kendisine vicdansızca iftiralar attılar. Onu tanımayanlar, bir çeşit Kur’an tefsiri olan Risaleleri’ni merak ve dikkatle okusalardı belki de peşin hükümlerinden kurtulacaklardı. Hadi bütün eserlerini değil de sadece hayatının anlatıldığı Tarihçe-i Hayat’a baksalardı yine hakikati görebileceklerdi. Eserin önsözünü kaleme alan büyük âlim ve “Âkif-i Sâni” (İkinci Mehmed Âkif) olarak kabul edilen Ali Ulvi Kurucu’nun satırlarını okumak bile insanı cehaletten kurtarabilir. Ama kasıtlı ve art niyetli kimseler, vefatından sonra da onu kabrinde rahat bırakmadılar. Bazı gafiller, 15 Temmuz’da Devletimize savaş açan, milletimize bombalar ve kurşunlar yağdıran ihanet örgütüyle bile onu iltibas ettirmeye çalıştılar. Hâlbuki o ömrü boyunca hiç kimseyi incitmemiş, gençliğinde tahsil için bulunduğu Tillo’daki Kubbe-i Hasiye’de, çorbasının tanelerini karıncalara vermişti.
Münevverlerimizin alkışları
Bazı kötü niyetli kişiler diğer İslam âlimlerine düşman oldukları gibi Bediüzzaman’ı da karalamaya çalışırken memleketimizin yürekli münevverleri üstada sahip çıktılar. Mehmed Âkif, Eşref Edib, Necip Fazıl, Cevat Rifat Atilhan, Osman Yüksel Serdengeçti, Cemil Meriç, Şerif Mardin, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze ve daha yüzlerce aydın, tefekkür dünyasının değerini yazılarında anlattılar. Bu konuda pek çok eser yazıldı. Hakikatleri arayan meraklılar, bu eserleri okuduktan sonra düşüncelerini cesaretle açıkladılar.
Yeni bir ezher: Medresetü’z-Zehra
Bediüzzaman, ömrünü insanlarımızın imanına hizmet etmeye adamıştır. Bütün eserleri incelendiğinde bu mefkûre, aşikâr şekilde görülür. Onun ideallerinden birisi de Müslümanların birlik ve beraberlik ruhu içinde olmaları ve “İttihad-ı İslam” fikrinde buluşmasıydı. Şüphesiz bu siyasi bir birlikten önce bir gönül beraberliği şeklinde olmalıydı. “Müminler kardeştir.” ayet-i kerimesinde vücut bulan gerçeği yaşamaktı, müminlerin birbirlerini kardeş gibi sevmesiydi. Bunun için ilme çok değer veriyordu. İslam dünyasının meşhur Ezher Medresesi (Üniversitesi)’nin benzerinin, yani Medresetü’z Zehra’nın (Zehra Üniversitesi) Doğu Anadolu’da kurulmasını istiyordu. Afrika’daki o ilim ve irfan merkezinin bir benzerinin, Asya’da yani Anadolu’da tesis edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Böylece sadece Türkler ve Araplar değil, Hindistan, İran, Kafkas topluluklarının da bu ilim ocağında buluşabileceklerine inanıyordu. Bu konuda dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı mektupta hükümetin Pakistan ve Irak ile yaptığı işbirliğini övüyor, İslam devletleri arasındaki bu ittifakların yayılması ve genişlemesi gerektiğini hatırlatıyordu. İslam Birliği’nin de öncüsü ve önderi, Türkiye olmalıydı. Bediüzzaman mektubunda bu birleşmelerin hem İslam kardeşliğini pekiştireceğini, hem de umumi olarak barışa hizmet edeceğini söylüyordu.
Üç isteği de yerine geldi
Bediüzzaman hayatta iken Devlet yetkililerinden üç talepte bulunmuştu. Bunlar Ezan-ı Muhammedi’nin aslına uygun şekilde okutulması, Risale-i Nurların devlet eliyle neşredilmesi ve Ayasofya’nın yine cami hüviyetine dönüştürülmesiydi. Şükürler olsun ki bu üç temennisi de tahakkuk etti. İlk isteği ‘İslam Kahramanı’ olarak hitap ettiği Adnan Menderes tarafından gerçekleştirilmişti. Menderes bu cesaretiyle milletin sevgilisi olurken, dinî değerlerimize düşman olanların da şimşeklerini üzerine çekmişti. Bir zamanlar yüzlerce defa mahkemeye verilip beraat alan Risaleler’in Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılması da ayrı bir sevinç kaynağı oldu. Ve bu yaz Ayasofya Camii’nin sevincini yaşadık. Bediüzzaman bu üç merhalenin Türkiye ile İslam dünyası arasındaki kardeşlik duygusunu kuvvetlendireceğini belirtiyordu. İnşallah bu müspet gelişmeleri hissetmiş, ruhu şad olmuştur.
Birlikte rahmet vardır
Bediüzzaman “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahıyla cihad edeceğiz.” derken de aynı temennisini ve duasını dile getiriyordu. Ona göre cahillik, yoksulluk ve bölünmelere karşı sanat, marifet ve birlik ruhuyla mücadele edilmeliydi. Yaşadığı devirde kurulan “İttihad-ı Muhammedî” adındaki cemiyeti duyduğunda “Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez.” diyerek konuyu genişletmiş, dar bir grup yerine yeryüzündeki bütün Müslümanların bu çatı altında bulunması gerektiğini ifade etmiştir. “İttihad-ı Muhammedî”nin esasında “İttihad-ı İslam” anlamına geldiğini zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir; dâhil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan (Bugün 1 milyar 700 milyon Müslüman. M.N.Y.) ziyadedir. Bu ittihadın cihetül vahdeti ve irtibatı Tevhid-i İlahîdir; Peyman ve yemini, imandır, müntesipleri, kalubeladan dâhil olan umum müminlerdir; defter-i esmaları da Levh-i Mahfuz’dur; bu ittihadın naşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir; günlük gazeteleri de İ’lâ-yı Kelimetullah’ı hedef-i maksad eden umum dinî gazetelerdir; kulüb ve encümenleri, cami ve mescidlerdir ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir, merkezi de Haremeyn-i Şerifeyn’dir. Böyle cemiyetin reisi Fahr-i Âlem’dir (A.S.M.) ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (A.S.M.) ile tahallûk (ahlaklanmak) ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalarına da muhabbet ve eğer zarar vermezse nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi, Sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evâmir venevahi-i şer’iyedir. (İslam’ın emirleri ve yasaklarıdır.)”
İşte Bediüzzaman’ın geniş ufku ve İslam Birliği fikrine bakışı budur. Birleştirici, grup, hizip, cemaat, tarikat ayırımı yapmayan, bütünleştirici, mümince bakış! Merkez’de İslam’ın, Kur’an’ın ve Hazret-i Peygamber’in olduğu birlik ruhu! Bugün emperyalist ülkeler tarafından parçalanan İslam Devletlerinin ve bütün Müslümanların bu sağlam düşünceye, nefes gibi ihtiyacı var. Müslümanların güçlü olabilmesi için “maddeten terakki etmesi” gerektiğini kaydeden Nursi, “Sultan Selim’e biat etmişim, onun İttihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim.” dedikten sonra büyük padişah Yavuz’un şu kıtasına dikkat çeker: “İhtilâf ü tefrika endişesi, / Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni; / İttihadken savlet-i a’dayı def’a çaremiz, / İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni…”
Şaşılan Ümit Ve Akıl
Bu konuda risalelerde pek çok bölüm var. O hatıralardan birini okuyalım: Bediüzzaman Tiflis’te Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına gelen Rus polisinin “Niye böyle dikkat ediyorsun?” sorusuna “Medresemin plânını yapıyorum.” cevabını verir. Polisin “Nerelisin?” sualine cevabı şöyle: “Bitlisliyim.” Rus polisinin şaşırıp “Burası Tiflis’tir” demesi üzerine üstat, “Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.” karşılığını verir. İslam dünyasının parça parça olduğunu söyleyen polisin “Heyhat!.. Şaşarım senin ümidine?” sözlerine cevap müthiştir: “Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimâl verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı (gündüzü) vardır.” Akabinde de İslam ülkelerinin tahsile gittiklerini Hindistan, Mısır, Kafkaslar ve Türkistan’ın tahsillerini tamamladıktan sonra dönüp İslam’ın bayraktarı olacaklarını söyler. Bugün Can Azerbaycan, Türkiye’nin öz kardeşi, Pakistan has dostumuzdur. Katar, Endonezya, Libya ve KKTC, Türkiye’nin öncülüğündeki buluşmaya ilk koşan ülkelerdir. Arap halklarının ve Türk dünyasının tamamı, İslam Birliği’nin büyük hasretini çekiyorlar. Katar’ın, Karabağ’ın, Libya’nın ve güneyimizdeki sınırlarımızın kurtarılması, Mavi Vatan’daki güçlü kararlılığımız, inşallah İslam Birliği’nin ilk müjdeleridir.