Bedeli Çanakkale'de verildi
Daha ayva tüyleri çıkmamıştı. Gençliğinin ter u taze muhabbetleri arasında Mekteb-i Sultani'de okuyordu. Edebiyat öğretmeni üstelik Tevfik Fikret idi. Yıl 1915 yılıydı. Aylardan Eylüldür. Daha Tevfik Fikret'in edibane, nedimane şiirleriyle hemhal oluyordu.
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizazü
Gibi tahayyüllü şiirlere alışmıştı. Mamafih az sonra hocası Tevfik Fikret bu alemden ve öğrencisinden ayrılacaktır. Ve bir alemin heyulası karşısında sönecektir. Tevfik Fikret'in şiirleriyle hemhal olan Mehmet Muzaffer, hocasının ölümünden sonra hayattan tat almaz. Zaten Devlet-i Aliye'nin gerileyişi onu dönemin her aydını gibi çeşitli arayışlara sevk eder.
Gazeteci Ziyad Ebuzziya'nın bildirdiğine göre Mehmet Muzaffer Çanakkale savaşı patlak verdiğinde o da okula ara verip genç bir zabit (subay) adayı olarak cepheye koşanlardan olmuştur. Onun için artık kaybedilecek bir şey yoktu. Vatan için en şerefli iş artık şehid olmaktı. Cepheye vardığında bütün bir akvam-ı beşeri görüyordu. Mehmet Akif'in deyimiyle Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...Kendi saflarında da renk renk, dil dil insanlar vardı.Fakat bunlar her sabah namazında Allah u ekber diyorlardı.Bu grupların en başında Filistinliler geliyordu. ''Filistin'in Nablus, Kudüs, Yafa, Gazze, Halilürrahman, Tulkarim gibi yerlerinden gelen askerler Çanakkale'de başta 57. Alay olmak üzere, 13, 14, 27. 64, 72, 77'nci alaylarda gerek Mehmet Muzaffer ve diğer Osmanlı askerleriyle birlikte düşmanın karaya çıkmaması için canla başla mücadele etti'' dedi. Bunların en başta geleni de Şeyh Emin el-Hüseyni'dir. Bu zat, genç zabitimizle çok iyi dost olmuştu.
Çanakkale'de başarılı bir savaş çıkaran Mehmet Muzaffer komutanlarının gözüne de kısa zamanda girmiş idi. Komutanları onun girişken ve mücadeleci yapısını keşfedince bazı özel görevleri vermekten çekinmemişti. Bu arada Devlet-i Aliye sadece bu cephede değil Kafkas, Irak ve Filistin'de de Gavur kayırıcılarla mücadele veriyordu. Ve askerlerin bir kısmı bu cephelere aktarılması gerekiyordu. Alman hükümetinin vermiş olduğu iki kamyon ve otomobil nadir vasıtalardandı. Bu vasıtaların tekerlekleri yoktu, ve yenileri alınacaktı.
Bunun için İstanbullu olması hasebiyle genç zabitimiz görevlendirilecekti. Yanına da Kudüslü Şeyh Emin el-Hüseyni verilmişti Genç zabit Muzaffer, şimdiki İstanbul Üniversitesi olan Darü'l-Harbiye'ye gider. Tekerlekler için aldığı cevap olumsuz idi. Kamyon tekerleri de o zamanın İstanbul'unda karaborsa idi ve sadece Karaköy'de birkaç Yahudi esnaf bu işi yapıyordu. Mehmet Muzaffer isteksiz bir şekilde vardı Karaköy'e. Tekerlerin fiyatını sordu.Tam yüz kaime idi.Peki dedi. Siz malzemeyi hazırlayınız. Biz sabahleyin gelip alacağız dedi. Oradan ayrılan Mehmet Muzaffer bir dönem hatt sanatıyla uğraştığını hatırladı. Doğruca eve gidip bu yüz kaimeyi hatt eyleyecekti. Gece hiç durmadı, bu işle uğraştı. Sabahleyin elinde yüz kaimesiyle Yahudi tüccarın vardılar. Malzemeler hazırdı. Parayı verip malzemeleri arabaya yüklediler. Ve doğruca o günü Çanakkale'ye yol alacak gemiyle Çanakkale'ye vardılar.
Onlar vardılar menzillerine, askerlerini bu vasıtalarla yeni cephelere taşıdılar. anakkale geçilmedi çok şükür. Üç gün sonra Yahudi tüccar elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gider. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: " Bedeli Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır." Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:
" Bedeli Çanakkale 'de altın olarak tesviye olunacaktır."
Onun burada altın dediği Çanakkale'de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.
Sahte paraya gelince...
Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul'da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi' nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
Hikayemiz burada bitmedi, bitmeyecek de. Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, kendisiyle yan yana savaşan Kudüslü Şeyh Emin el-Hüseyni'yle beraber bu sefer onun memleketi Filistin'e giderler. Orada İngilizler'e karşı amansız bir mücadele daha verir. Genç bir subay olarak göreve başlayan Mehmet Muzaffer artık teğmendir burada. Onun en büyük arzusu Çanakkale'de şehit olmak idi. Fakat kader şahadet şerbetini ona 1917 yılında Gazze'de içirmiştir.
Bu olay Türk, Arap, Fars, Kürd, Çerkez, Çeçen ve daha nice Müslüman toplulukları arasında milli bir şuurun dayanışması olsa gerek. Bu gün Çanakkale geçit vermedi, vermeyecek de. O kadar şehidi varkenu2026 Filistinli kardeşlerimiz de Çanakkale mücadelesi gibi şanlı direnişler yapıyorlar. Onların yanında olmak zorundayız. Şair Sezai Karakoç bize konuş diyor:
Onlar sanıyorlar ki; sussak mesele kalmayacak, halbuki biz sussak tarih susmayacak, tarih sussa hakikat susmayacak.