Bedavacılık tercihli ekonomi
Doğal gaz bulundu, boru hatları döşendi, Karadeniz gazı sisteme eklendi.
“Açın kombileri, açın camları, yaz ayı demeyin, kombileri
kökleyin...”, diyen arkadaşın sözlerini doğru çıkartırcasına 24 Nisan ile 31 Mayıs tarihleri
arasında konutlardaki doğal gaz kullanımı Resmi Gazete’de
yayımlanan kararlar ücretsiz olacak.
"Yok" diyenlerin abartması gibi gelen gazı "kurtuluş" olarak
görenler de abartıyor.
Peki bunun ülke ekonomisine faydası ne?
Yerden çıkıyor, hatta fışkırıyor olsa bile israfın her türlü haramdır.
İslâmiyet dereden akan suyu kullanırken bile israfa kaçmamayı emretmiştir.
Doğayı kirletenlere, gelecek nesillerin haklarını ziyan edenlere ağır
beddualar yapılmıştır.
Bu nedenle uzun yıllardır unutulan çevre hakkı bugünlerde
gündeme bile gelmez oldu.
Ormanları betonlaştırmayı “şehirleşme”, kentleri asfalt yığını
hâline getirmeyi ise “medeniyet” gördüğümüz garip bir
düşünceye kapıldık ve bu düzlemde gidiyoruz da gidiyoruz.
Hâlbuki ne kültürümüz ne inancımız ne
de tarihimiz bize bugünün ezberlerini söylemiyor.
İmar etmeyi emreden bir düşünce prensibinden gelmemize rağmen inşa etmenin
imar etmek anlamına gelmediğini bir türlü öğrenemiyoruz.
Neden mi?
Ben nedenini çok iyi biliyorum.
Sizlere de hemen aksettireyim kıymetli okurlarım...
Osmanlı döneminde 700 yıl boyunca Anadolu’nun unutulup Balkanlar başta
olmak üzere vergilerin çoğunlukla alındığı bölgelere yatırım yapmak makbuldü.
Askeri ise Anadolu’dan alarak bu duruma isyan edecek bir neslin
üremesine de imkân tanınmıyordu.
Yönetim kademesi de devşirilen yabancılardan oluştuğu için fetihler olduğu
sürece devam eden bir sistem kuruldu.
Bu sistemin en ayrıcalıklı olanların azınlıklar oldu ama ne yazık ki
ilk isyanlar da hep onlardan geldi.
İş işten geçip son iki yüz yılda vaktin getirdiği teknoloji ve altyapının ülkeye
yayılması için geç kalındığı anlaşılmıştı.
Modern devlet yapısına ulaşmak için yasak ve özgürlükleri sağlayan
düzenlemelerle günü kurtarmak isteyen koltuk sahipleri bu adımlarıyla toplumsal
barışı bir nebze olsa da sağlasa da gerçek; esas olan devlet
yönetimine katılımı açma konusunda hiç bir zaman için yöneticilerin istekli
olmadığıydı.
Enformasyonun bugün gibi tek tuşla elinizin altında olmadığı yüzyıllar
boyunca yöneticilerin dönüştüremediği, eğitim ile özgürleşen zihinlerce
sorgulanmaktan korktukları için tabiin kültürünün hakim kılınmasının esas
aldığı düzenden düşünceyi merkeze alan ve eğitimi önceleyen ve eleştirel
düşünceyi rasyonel çerçeveye oturtmayı hedefleyen Cumhuriyet’e gelindi.
Geçmişin hatalarını şanlı tarihimizi kirletme aracı görenlerle geçmişin
eksiklerini bu şanlı tarihin ardında bırakmak isteyenler arasında geçen yüz
yıllık tartışmalarda ne Amerikancısı bitti ne Avrupacısı ne Rusçusu ne de
bilmen nesi...
Küllerinden doğacak, dağları eritecek o benlik ve bütünlükten bir koptuk ki
sormayın.
Vatandaşa “bedava”nın verilmesiyle ve her türlü menfaatinin
karşılanmasıyla geçen ahlâktan yoksun, aşırı kapitalist ama emperyalistlikten
bir adım gerideki o düşüncelere kaptırdık kendimizi gidiyoruz.
Osmanlı en azında iki ileri bir geri gidiyordu.
Bizler ise bilimi, fenni ileri götürememekten
dem vurmak yerine "o terörist, bu ülkeyi satacak, ülke yıkılacak,
yolsuzluklar artacak" söylemleri arasında bir yere
konumlandırılmak zorunda bırakılıyoruz.
Neyse ki uluslararası sistemin kötü işleyen ortak akıl kokan
uygulama dayatmaları ülkemizi geri gitmekten kurtarıyor da 60 yıllık nükleer
maceramız da hayat bulabiliyor.
Hâlbuki ELTEMTEK’in Fransa’dan aldığı lisanslarla
şimdiye kadar çoktan nükleer santral işine girebilir, Rusların
dünyadaki güçlü konumuna rakip olabilirdik.
Ama siyaset işte...
Hesaplar, fırsatlar ve dalavereler nedeniyle bitmeyen
ayak oyunları...
Benim için siyasetin tanımı işte bu...
Bazen kızanlar oluyor, “Eee ne yapacağız o zaman?” diyorlar...
Siyaseti kişilere değil değerlere yönlendirmezsek,
ne ahbap çavuş ilişkisini bitiririz ne de gerçek anlamda ülkemizi
güçlendirebiliriz.
O zaman ne yapacağız, diyen okuruma cevap:
Kişileri değil sistemi dönüştürmeyi talep edeceğiz.
Siyasetçiler peygamber değil, öyleymiş gibi davranmaktan
vazgeçeceğiz.
Hesap sorulmayan siyasete müsamaha göstermeyecek, şeffaflık kapılarını
kapatanlara sert yapacağız.
“Ne yapalım başka seçecek isim mi var?” diye hayıflanmayacak,
siyasi partiler kanunu ile seçim barajı uygulamalarını değiştirmeden bu sorunun
asla değişmeyeceğini anlayacak ve değişim talep edeceğiz.
Yoksa ne ekonomi ne de enerji politikaları
isimlerden öteye gitmez, gidemez.
Bugün Erdoğan’ın "Devrim" dediklerine
yarın vah vah deriz.
Bugün Kılıçdaroğlu’nun “Yaparım” dediklerine
hesapsızca he he deriz.
Kıymetli okurlarım...
Size dayatılanı kabul etmeyin.
Açık ve şeffaf bir şekilde, madde madde hesap veremeyenlerin sizleri
korkuya hapsetmelerine müsaade etmeyin.
Türkiye Cumhuriyeti çok büyük bir devlet!
85 milyon insanın geleceği hiçbir siyasetçinin koltuk bekası ile
ölçülemez.
Gelen, Karun bile olsa, hesap sorulan düzen olursa ona uyar, gelen
Peygamber bile olsa başıboş bir düzende hesapsızlığa uyar.
Düzeni siz isteyeceksiniz. Seçmen olarak size sunulana kanalize olmayın.
Ekonomi politikaları da enerji politikaları da
sizin bu refleksinize muhtaçtır.
Yoksa ne kadar dürüst olursa olsun gerek istihbarat hesapları gerek yurtdışıdaki
şirket ve ülkelerin oyunları elbet o siyasileri dize getirecek,
istediklerini yaptıracak ya da yaptıramazsa bile bize istediğimizi
yaptırmayacaktır.
Ama, kaynağını; vergi, tasarruf ya da borç olarak açıkça nereden temin
edeceğini ortaya koyan ardından da yapacağı işlerin önemini ve katma değerini
uzun vadeli olarak belirtip sonrasında bizlere açıklayan ve geri dönüşünü yine
sayılarla ifade eden projeler ve vaatler bu oyunu bozar.
Aksi durumda sizin oylarınız yine sizleri politize eden ve düzenini
sürdürmek isteyenlere gidecek demektir.
İsimlere takılmayın, ülkeyi en çok seven, kendisini en fazla "denetlemeye
açık tutan" ve "ortak aklı" savunan
olmalıdır.
Aksi takdirde “Benim aklım hepinizden daha üstün, devletin kaderi
ile biz birleştik...” söylemleri ne biter ne de gelecektekilerin
kullanmaması beklenebilir.
Benden söylemesi...