Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.84
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Temmuz 2023

Bedava öğle yemeği yoktur

15 Temmuz gecesi ÖTV tutarları motorinde ve 95 oktan benzinde litre başına 5'er lira, LPG'de ise 4 lira artırıldı.

Bu durum haliyle market fiyatlarına da yansıyacak yani doğrudan yaşamımızı etkileyecek. En önemlisi de enflasyonu yükseltecek.

Kamu kaynaklarını doğru ve etkin kullanamadığımız takdirde, yanlış politikaların maliyeti, toplumun bireylerine yansır. Ünlü İktisatçı ve Nobel ekonomi ödülü sahibi M. Friedman’ın da ifade ettiği gibi, “yaşamda hiç bir şey bedava değildir ve her şeyin bir maliyeti vardır.”

M. Friedman, kamu harcamalarını ve bunun topluma yansımasını "bedava öğle yemeği yoktur" deyimi üzerinden ifade eder. Buna göre devletin sunduğu her hizmet her harcama bir şekilde yeni vergiler konulması/mevcut vergi oranlarının artışı üzerinden ya da para basma işlemi (emisyon) işlemi üzerinden gerçekleşir.

Bu şekilde parasal genişleme enflasyon tırmandırarak enflasyon vergisi olarak yine sade vatandaşın sırtına binen bir yük olarak karşımıza çıkar.

Prof.Dr. Ahmet Yılmaz Ata Hoca, gerek seçim öncesi gerekse seçim sonrası günümüzde, Türkiye ekonomisinde sıklıkla başvurulan bu yöntemin enflasyonu tırmandırdığını, kamu kaynaklarından istifade edemeyen kesime de enflasyon vergisi üzerinden bir külfet yüklediğini söylüyor.

Örneğin 2000’li yıllar ile birlikte popülist politikaların önüne geçebilmek için Merkez Bankası’nın hazineye verdiği avans uygulaması kaldırılmıştı. Bu, parasal genişlemeyi kısıtlamaya yönelik bir adımdı. Ama şimdi günümüzde bu uygulama tekrar devreye alınmıştır.

Aynı şekilde, Kur Korumalı Mevduat hesabında birikimi olanların (ki bunlar genellikle daha iyi gelir durumu olan kişiler demektir) birikimleri Hazine’den değil Merkez Bankası kaynaklarından karşılanacaktır ki bu da emisyon ve enflasyon demektir.

Enflasyon da bir anlamda orta sınıfı, sabit kazançlıyı (memur/emekli) daha zor duruma sokar.

Ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı başlarda %40’larda iken zamanla bu oran giderek artmış ve günümüzde %70’lere kadar çıkmıştır ki bu hiç de iyi bir durum değildir.

Kamu hizmetlerinin maliyetinin büyük kısmının yine sabit gelirlerin üzerine yıkılması demektir. Gelir adaletsizliğinin artması demektir. Son günlerde sıklıkla yapılan vergi artışlarını da bu pencereden değerlendirmek gerekir.

Popülist politikaların bir sonucu olarak siyasilerin sıklıkla başvurdu yöntemlerden olan, “muafiyet, istisna ve vergi afları” Türkiye ekonomisinde birçok sorunun tetikleyici olmaktadır. Her şeyden önce bu uygulamalar, vergiden kaçırmayı ve kaçınmayı tetiklemektedir.

Neticede kamu için önemli bir gelir kaybı demektir. Peki, kamu burada ortaya çıkan vergi gelir kaybını nasıl temin eder? Elbette diğer vergi kalemlerindeki (sabit gelirlilerden işçi, memurdan alınan vergiler ve KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerdir) vergi gelirlerini artırmayı amaçlar.

Doğal olarak bu şekilde bir vergilendirme politikası devamında bir takım olumsuzlukları ortaya çıkarabilir. Örneğin artan vergi oranları ve baskısı vergi kaçakçılığını tetikleyebilir ayrıca artan vergi oranları üreticiler ve işletmeler için ek bir maliyet demektir ki bu da fiyat artışı/ enflasyon olarak maliyeti topluma yansıtılır.

Vergi afları da her seçim öncesi dönemde Türkiye ekonomisinde başvurulan bir yöntem olmuştur. Örneğin seçim sonrası başvurulan bazı ürünlerde KDV artışı, ÖTV ikinci kez ödenmesi ve kurumlar vergisinin %25 ten 30 çıkartılması ile beklenen toplam gelir 150 milyar TL civarında olduğu ifade edilmiştir.

Oysa bu vergileri artırmak yerine, daha önceden tahakkuk ettirilmiş ama hala tahsil edilememiş vergi gelirleri toplasak yaklaşık 300 milyar TL gibi bir gelir elde edileceği ifade edilmektedir.

Zira Türkiye ekonomisinde zaman içerisinde (2011 sonrası) vergi tahsilat/tahakkuk oranı giderek bozulmuş ve %90’lardan 80’lere kadar düşmüştür.

Bu durum da kamunun vergi gelir kaybını telafi edebilmesi için dolaylı vergi ve sabit gelirleri olan bireylere daha fazla yüklenmesine yol açmaktadır.